"Ben Sana Aşık Olmuşam"

Cenab-ı Hakk’ın yarattığı varlığa karşı muhabbeti Zatına olan sevgisinin bir ifadesidir. Bu hakikati izaha geçmeden önce sevgi kavramı açısından bir hususun farkına varılması gerekir; sevgi aslında bir zaaftır, birine karşı belki de elde olmadan gösterilen bir temayüldür. Onun için sevgiyi Zat-ı Uluhiyete isnad ettiğimizde ve buna benzer durumlarda, O’nu münezzeh ve müberra gösterme ihtiyacını hissediyoruz, “La teşbih” diyoruz; diyoruz çünkü başka türlü ifade etme imkanımız yok.

Bir örnek arz edelim isterseniz; Süleyman Çelebi mevlidinde;

        Gel Habibim ben sana aşık olmuşam,
          Cümle halkı sana bende kılmışam

diyor. “Aşık olmuşam” sözünü nasıl izah edersiniz? Aşk, insanın çok defa elinde olmadan özellikle karşı cinse gösterdiği temayülün adıdır, bir zaaf göstergesidir ve bunlar bizim telakkimize göre Zat-ı Uluhiyet açısından ters şeylerdir. Fakat şu da bir gerçek ki başka türlü ifade imkanımız yok.

Meselenin bir başka yönü ise Zat-ı Uluhiyet’in mevcudiyeti mülahazasına bağlı olarak yapılan temsil ve teşbihlerdir. İşte bu noktada ben temsil desem de teşbih demeden kaçınıyorum. Çünkü el, ayak, kudret, konuşma, idrak, dileme gibi kavramlar ister istemez insan zihnine bütün bunlarla muttasıf varlıkları akla getiriyor. Onun için bu türlü misal verilmesinin gerekli olduğu yerlerde “Velehü’l meselü’l a’lâ” veya “Bir misalle meseleyi ortaya koyma, vaz’etme” demeyi tercih ederim.

Cenab-ı Hakk’ın varlığa karşı muhabbeti Zatına olan sevgisinin bir ifadesidir tesbitine geri dönecek olursak; bu bir yönüyle Cenab-ı Hakk’ın kendi hayatına, ilmine, iradesine, kudretine, sem’ine, basarına, vücuduna, kıdemine, bekâsına, vahdaniyetine, muhalefetün li’l-havadis olmasına, halkına (yaratma sıfatına), ibdaına, inşaına, terzikine (rızıklandırma) ilgisi ve alakası demektir. Öte taraftan, zati ve subuti sıfatlardan çıkan bir çok isim var. Kesretten kinaye biz onlara “Binbir Esma” diyoruz. Dolayısıyla bu isimlere de ilgisi ve sevgisi var Cenab-ı Hakk'ın. Fakat yukarıda ifade etmeye çalıştığımız gibi bütün bu isimlerin ef’al halinde tezahürünü, sıfât halinde tecellilerini ciddi bir temkinle, Zat-ı Uluhiyet’in kendi münezzehiyet ve mukaddesiyetine yaraşır şekilde bahsetmek gerekir.

Biraz açalım isterseniz; mesela, sevgide aynen aşkta olduğu gibi bazı mahzurlar söz konusudur. Bu açıdan sevgi hususunda konuşurken bizim kendi aramızda muhaveremize esas teşkil eden kelimeleri Zât-ı Uluhiyet’in sevgisi adına kullanırsak yanlış yaparsınız. Onun için işte tam o noktada lisan ta’tiline girmek gerekir. Yani, boynu büküp sükut murakabesine dalma ve ardından “İçimden öyle şeyler köpürüp geliyor ama yanlış yaparım korkusuyla onları seslendirmeye cesaret edemiyorum” diye düşünürsünüz. Bana göre bu da bir konuşma ve bir ifade tarzıdır.

Bununla beraber Allah (Celle Celâluhû) bizi öyle bir darlığa hapsetmemiş. Çünkü bilinmeyi murad buyurduğu için bildirilmesini de, bildirilmesine esas teşkil edecek malzemeyi de bize vermiş. Aksi takdirde nasıl Allah’ı anlatacaktık başkalarına? “Vemâ halaktü’l cinne ve’l inse illâ li ya’budûn – Ben cinleri ve insanları başka değil ancak beni bilsinler ve bana ibadet etsinler diye yarattım.” emrini nasıl yerine getirecektik? “Habbibullâhe ilâ ibadihî yuhbibkumullâh – Allah’ı kullarına sevdirin ki O da sizi sevsin.” hakikatini nasıl gerçekleştirecektik?

“Cenab-ı Hakk elden, ayaktan, gözden münezzehtir.” denildiğinde bu defa başkaları da: “Allah her şeyden münezzehtir diyorsunuz ama bunu söylerken sanki bir yokluktan bahsediyorsunuz.” diye itiraz ediyorlar.

Evet, Zât-ı Uluhiyet’in namütenâhî bir gözü ve görmesi, kulağı ve duyması, ağzı ve konuşması, ayağı ve yürümesi vardır. Nitekim kudsi bir hadis-i şerifte “Küntü sem’ahü’llezi yesmeu bihî ve basarahu’llezi yubsiru bihî, ve yedehülleti tebtışu biha ve riclehulleti temşî biha – (Ben veli kulumun) duyan kulağı, gören gözü, tutan eli... olurum.” deniliyor. Ama bütün bunlar bizim idrak sınırlarımızın üstündedir.

Hasılı sırat-ı müstakimi bulmak lazım; o da “Velillâhi’l meselü’l a’lâ” fehvasınca Zat-ı uluhiyete ait meseleleri temsille anlatma yoludur.

Sevgi ile alakalı bir örnek daha arzedelim isterseniz; Kur’an-ı Kerim’de “İn küntüm tuhibbûnallâhe fettebiûnî yuhbibkumullâh – Eğer Allah’ı seviyorsanız bana ittiba edin ki Allah da sizi sevsin.” buyuruluyor. Buradaki Allah sevgisini nasıl anlayacağız? Selef bu mevzuda; “Detaya inmeyelim, çünkü mezelle-i akdamdır (ayakların kayma noktasıdır), inhiraflar, sapmalar yaşayabiliriz.” demiş. Ama bazıları da tam aksine farklı bir zaviyeden bu Allah sevgisini, kısmen aşık-maşuk münasebetini andıracak şekilde ele almış yazı ve şiirlerinde. Mesela, Rabiatü’l Adeviye; “Lev kâne hubbuke sâdikan le eta’teh / İnne'l muhibbe limen yuhibbu mutîu – Senin Cenab-ı Hakk’a olan sevgin iddia ettiğin gibi doğru olsaydı O’na itaat ederdin. Zira seven kimse Sevdiği’ne itaat eder.” diyor. Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem'e “Habibullah” denmesini de bu zaviyeden değerlendirebilirsiniz. Zira eğer sadece Efendimiz’in Allah’a olan sevgisinden bahsedilseydi -ki bazıları insan Allah’ı sevemez, itaat eder derler, bu Allah’ı bilmeyenlerin kabaca laflarından ibarettir- O’na “Habibullah” denmezdi de "Muhibbullah" denirdi. Oysa ki “Habibullah” siga açısından hem fail hem de mef’ul manası verir. Bu durumda “Habibullah” Allah’ı seven ve Allah tarafından sevilen manasına gelir.

İşin özeti, Zat-ı Uluhiyet’te her şey kendi münezzehiyet ve mukaddesiyetine uygun şekilde tecelli eder. Dolayısıyla Allah’a raci olan her şey nâ mütenâhî ve nâ kâbil-i idraktir vesselam.

Add comment


Security code


Refresh

back to top

BU GÜNLER DE GEÇECEK

ÇATLAYAN RÜYA

ÇARPITILAN BEDDUA!

ŞAHİT OL YA RAB...

Mefkure Yolculuğu