Abes Yaşama

 Nefis muhasebe ve murakabemi yaparken bazan oluyor ki tarifini yapamayacağım ölçülerde ciddi şekilde hayattan iğrenme geliyor içime. O zaman diyorum kendi kendime “Leş gibi bir hayat yaşamışız!” Ardından hemen öbür tarafa gitme arzusu beliriyor; beliriyor ve “Al Allahım beni kurb-u huzuruna” dememek için kendimi zor tutuyorum; zira böyle söylemeyi saygısızlık olarak görüyorum.

“Zaten burada tembel tembel yaşamışsın, bir de bu yanlışlığına başka yanlışları ilave etme” diyorum kendi kendime. Fakat gel gör ki her zaman dengeyi koruyamıyor, öte tarafa olan şevk ve iştiyakımın önünü alamıyorum.

Evet, insan abes yaşamamalı bu dünyada. Bir işe yaramalı dini adına, diyaneti adına. Başkalarının ebedi kurtuluşuna vesile olmalı. Milyonlarca, milyarlarca insan var İnsanlığın İftihar Tablosu'nun mesajlarını bekleyen. Onların beklentilerini boşa çıkarmamalı, bekleyişlerinde inkisara uğratmamalı onları; acele davranmalı, âheste-revlik etmemeli.

EŞYANIN HAKİKİ YÜZÜ

Cenab-ı Hakk’ın isimlerinin tecellisini görme adına çok darlık yaşıyoruz. Eşyayı genelde sadece mülk, fizik ve madde buudları ile görebiliyoruz. Halbuki esas olan mülkün yanında melekut, fiziğin yanında metafizik ve maddenin yanında manâ buudlarını da görmektir ki eşyanın hakiki yüzü müşahade edilmiş olsun.

Nasıl üç boyutlu resimlere gözümüzü ayırmadan baktığımızda belli bir müddet sonra kareler şekilleniyor ve üçüncü boyut açığa çıkıyor; aynen öyle de eşyanın melekut, metafizik ve manâ boyutları da ancak onlara yoğunlaşmakla ortaya çıkar; çıkar ve biz o zaman eşyanın hakiki yüzünü görmüş oluruz.

Evet, tepeden mahruti bakılamıyor hadiselere. Sadece sebep-sonuç ilişkileri ile doğruyu bulamazsınız. İlimler, eşya ve hadiseleri labaratuvarlarda irdeledikleri kadar, metafizik açısından da incelemeye almalıdırlar.

AYAN-I SABİTE

Bir mübtedinin aklından dolayı Mu’tezile’ye kayması nasıl tabii ise, bir müntehinin de eşyanın hakiki yüzüne vakıf olmasından dolayı cebr-i mutavassıt olması aynı ölçüde tabii ve fitridir. Ama ne cebr-i mutavassıt ne de Mutelize’yi değil İmam Maturidi’nin orta yolunu esas almak gerekir.

Evet, Allah kader planında geleceği belirlerken, o muhit ilmiyle her şeyi sizin beden ve ruh kalıbınıza göre biçer, diker. Sizin iradenizle birlikte meşiet-i ilahiye böylece taalluk eder. Ayan-ı sabiteye hiçbir kimsenin ufku ulaşamaz. Oraya yani o ilm-i ilahiyi müşahedeye ancak Efendimiz aleyhi's-salatu ve's-selam ulaşabilir.

TEVECCÜH

Teveccüh teveccühü doğurur. Bakarsan bakılırsın. Çiçeğin güneşe bakışı gibi bakmayı becerebilirsen O Kudreti Sonsuz'a, yönelebilirsen bütün benliğinle, O’nun engin tecelliyatına muhatap olursun. Esas olan gönülden müteveccih olabilmedir. Yoksa nefse dayalı suni cilvelerle o tecellilere muhatap olmak mümkün değildir. Aşktan parça parça olmuş ciğerin yoksa gerisi beyhude bir uğraştan ibarettir.

ŞUURLU AYNA

İnsan kainatta şuurlu tek aynadır. Zat-ı Uluhiyet'in bilinmesi ancak insan gibi şuurlu bir ayna ile olur. İnsanlar içinde ekmel tecellilere mazhar olan elbette Nebiler Serveri Hazreti Muhammed'dir (salllahü aleyhi vesellem).

AKLI KURBAN ETMEK

Miraç hem keramet hem de mucizedir. Kurban olayım ben O’na. Gerçi ben kurban olsam ne olacak ki! Hazreti Musa aleyhisselam'ın, duasına şahit olduğu çoban gibi, “Ya Rabbi! Soğuktan seni korumak için nasıl bir çorap öreyim?” bakışına benzer dar duygularla, çobanca bakışlarla o deryayı bilme nasıl olur ki?

Ama bu meselenin bir başka tarafı da var ki bu türlü safça duygu ve düşünceler yer, zaman ve kişilere bağlı olarak değişkenlik gösterse de iman hayatımız adına çok önemli. Mesela, annemin çok saf, çok duru bir imanı vardı. Ama halamın imanı, itikadı ondan daha farklıydı. O’nun inancına bayılırdım. Sanki ölmek, ahirete intikal etmek bir odadan diğerine geçmek kadar kolay ve basitti onun için. Öteki alemi, Cennet’i, Cehennem’i sanki görüyormuşçasına bir itikada sahipti.

Aslında genelleme yapmak doğru değil ama çoğunluğu itıbarıyla felsefe ile iştigal edenler, aklı çok kullananlar hep yanılıyor. Aklı Allah için kurban etmek gerek. Çünkü burhan-ı limmi, burhan-ı inni üzerinde yürür. Cenab-ı Hak baştan burhan-ı inni olarak vicdanda kendini hissettirir. Vicdan o hakikatı kendi enginliği içinde duyduğu an, bütün delil ve kitapları atar. Aczini, fakrını hissettiği an dua ile O’na dayanır. Hele esbab bil-külliye sukut ettiğinde eğer insan vicdan kulağıyla kendini dinleyebilirse çok farklı buudlarda çok farklı şeylere şahit olur.

Evet, vicdan yalan söylemez.

MAHİYET-İ EŞYA VE EHL-İ SÜNNET

Ehl-i sünnet, kainattaki bütün varlıkları iktiran ile doğrudan Allah’a bağlamasını bilmiştir. Aslında mahiyet-i eşyanın Rab'le olan münasebeti, bunların mahiyeti, hangi isim ve sıfatların tecellileri olduğunu bizlere peygamberler bildirmiştir. Ehl-i sünnetin yaptığı bu hakikatleri formüle ederek bizim idrak ufkumuz seviyesinde ifade etmekten ibaret.

YOGA

Ruhun kendi gücünü kazanması mutlak anlamda Allah’ın marziyatını kazanması demek değildir. Yogaya Allah’ın razı olduğu bir yol denilebilir mi? Velev ki o yolla insan ruhunun gerçek gücüne ulaşsa bile!

Add comment


Security code


Refresh

back to top

BU GÜNLER DE GEÇECEK

ÇATLAYAN RÜYA

ÇARPITILAN BEDDUA!

ŞAHİT OL YA RAB...

Mefkure Yolculuğu