Bir ‘duruş’un anatomisi

İnanan kesim olarak gerçekten ilginç bir zaman diliminden geçiyoruz. Herhalde hiçbir dönemde bu kadar kafa karışıklığı yaşanmamıştı.

Bugün insanlar hadiseler karşısında nasıl bir duruş sergileyeceklerini bilemez durumdalar. Zira meydanda o kadar çok kafa karıştırıcılar var ki, ‘iletişim çağı’nda bile insanlar bu kadar manipüle edilebiliyorsa yakın ve uzak tarihteki anlaşmazlıklara uzlaşmazlıklara şaşmamak gerekir.

Bir mümin olarak yaşadığımız problemler karşısında hepimizin hakem konumundaki müracaat kaynakları olan Kur’an, sünnet, sahabe ve tabiin, selef-i salihînin (radiyallahu anhüm ecmaîn) hayatları, onların safiyane içtihadları ayrıca bunların karışımından oluşan ve asırlardan beri toplumumuzun dem ve damarına işlemiş o büyük ve geniş birikim, tecrübe ortada iken, bütün bunları görmezlikten gelircesine sergilenen tavır ve davranışlar hakikaten hayret vericidir.

Ortada bazı kesimlerin apaçık itikadî ve amelî problem teşkil eden söz ve fiillerine şahit olunduğu halde her nedense bunların bir kısım çevrelerce özenle kapatılmaya çalışılması dikkatten kaçmamaktadır. Avam-ı nas bu meseleleri tam kavrayamadığından gerekli tepkiyi ortaya koy(a)masa da -bunda da bir derece  mazur sayılsalar da- âlim ve ilmiye sınıfının vazifesini yapmayarak sessiz kalması hem ciddi bir ihmal hem de korumaya çalışılan kişilerin ahireti adına onlara yapılmış bir kötülüktür. Halbuki kendini hak ve hakikate adamış  gerçek ilmi entelektüellik, hangi şartta olursa olsun, neticesi nereye varırsa varsın duruşunu ve tavrını haktan ve hakikatten yana koyarak hata yapanları ve onlara tabi olan kitleleri yanlıştan ve şaşkınlıktan korumak değil midir? Bu önemli vazife öncelikle her alanda toplumun önünde bulunan rehber konumundaki şahsiyetlere düşmez mi?

Belki bazıları şimdi bunları konuşmanın zamanı olmadığını söyleyerek kendilerince bir bahane üretiyor olabilirler. Düşmanlığın hariçten geldiği zamanlarda belki bu düşünceye itibar edilebilir fakat dâhili düşmanlıkların körüklenerek müminler arası birlik ve beraberliğin bizzat bu hata ve yanlışlıkları irtikab edenlerce paramparça edilmeye çalışıldığı bir süreçte, Müslümanlık kriterlerine göre doğrular ve yanlışlar hususunda bir şeyler demesi gereken kişilerin suskunluğu büyük bir vebal olduğu gibi problemin de gün geçtikçe tamir edilemez hale gelmesine sebep olacaktır.

Bugünkü problemler karşısında insanlar üzerinde genelde üç-dört husus hükmünü icra etmektedir. Bunlardan biri korku, diğeri ise menfaat düşüncesidir. Bunlara körü körüne tarafgirlik, meşreb ve meslek muhabbetinden kaynaklanan taassub ve minnet altına girme de  eklenebilir. Aslında hak ve hakikat, haklı ve haksızlar, doğru ve yanlışlar çok iyi bilinmesine rağmen bazen korku ve menfaat düşüncesi saikiyle bazen meşreb ve meslek muhabbetiyle bazen de minnet duygusuyla sağlam bir “duruş” sergileme konumunda bulunan zevat pek azı müstesna, dik duramamakta ve hakkı ifade edememektedirler.

Hâlbuki bir müminin olaylar ve hadiseler karşısındaki “duruş”u çok önemlidir. Küfrün, nifakın, fıskın ve zulmün karşısında imanın, hak ve hakikatin, yalanın karşısında doğrunun, şerrin ve kötülüğün karşısında hayrın ve iyiliğin, haksızlık ve hukuksuzluğun karşısında adalet ve hakkaniyetin, zalimin karşısında mazlumun, gadredenin karşısında da mağdurun tarafında duruşu… Duruş esas itibarıyla zor zamanlarda  bilhassa olayların  kaderdenk noktalarında ehemmiyet arz eder. Rahat zamanlardaki duruş herkesin işi iken çetin ve zor şartlardaki duruş hak erlerinin işidir. O Allah (cc) ile irtibatı çok güçlü, ahirete ve hesaba çok iyi inanan, kendini ve benliğini aşmış, hak ve hakikate, insanlığa kendini adamış, yaşatma idealiyle yaşamaktan vazgeçmiş, fedakârlığı meslek edinmiş mefkûre yolcularının, beklentisizlerin işidir. Sergilenmesi gereken duruşu yerinde ve zamanında sergilemek kolay olmadığından “duruş kahramanları”nın sayısı da fazla değildir. Onlar Allah’ın (cc) lütuf, ihsan ve inayetinin bir eseri olarak Kur’an ve sünnet çerçevesinde, eşya ve hadiselerdeki, murad-ı İlahiye’ye vesile olabilecek veya uzaklaştıracak hususları çok iyi görerek, her zaman yerinde ve zamanında haktan ve hukuktan yana tavır ve duruşlarını belirlerler. Herkes bir tarafa akarken onlar Cenab-ı Hakk’ın rızası istikametinde hareket eder ve bu hususta da katiyyen “kınayanın kınamasından korkmazlar” (Maide, 54) çünkü onlar kullardan değil, Allah’tan korkarlar. Onlar için bu vazgeçilmez bir vazifedir.

Yakın ve uzak tarihimizde Enbiya ve evliyadan, ehl-i ilimden tarihi şahsiyetlerden bu kabil “duruş kahramanları”nın pek çoğundan bahsedilebilir. Yakın tarihimiz itibarıyla böyle bir “duruş insanı”ndan bahsedilecekse bunların en önde geleni Üstad Bediüzzaman’dır. Bir sohbet meclisinde Hocaefendi onun hakkında “Eğer Üstadın hiçbir eseri olmasaydı dehrin hadiseleri karşısında dimdik duruşu yeterdi” buyurarak önde görünen insanların duruşunun ne kadar önemli olduğunu vurgulamıştı. O günlerde materyalist felsefe insanımızı, ilmiye sınıfını, âlimleri o kadar tesiri altına almıştı ki “bilimin verileri” dışında bir şeye inanmak, savunmak, iddia etmek adeta dışlanmaya ve ötekileştirilmeye davetiye çıkarmak demekti. Toplumun en önündeki bazı âlim şahsiyetlerin bile “Kur’an’ın şu şu ayetleri bu zamanda [haşa] hükmünü yitirmiştir.” dedikleri bir dönemde Bediüzzaman, iman ve Kur’an’ın hakkaniyetini ilmî, aklî-naklî, mantıkî usul ve metotlarla ortaya koyarak vatan evladının imanla ve Rabb’isiyle buluşmasına vesile olmuştu. Yeni bir usul ve metotla ezberleri bozan Üstad (ra) devrinin insanlarınca garipsense de zaman onun Bediüzzaman olduğunu ispat etmiştir. Bereketli ve uzun ömrüyle yakın tarihin en önemli dönemlerine şahit olmuş türlü türlü iftiralara ve haksızlıklara zulümlere maruz kalmıştır. Fakat o bütün bunlara rağmen “Allah’ın sadık kulu” olarak bedeli ne olursa olsun eşya ve hadiselere bakarken iman nazarıyla bakmış, onları Allah’ın emir ve yasaklarına bağlılık çerçevesinde değerlendirmiş zorluklar, sıkıntı ve meşakkatler, baskı ve zulümler ne kadar dayanılmaz olursa olsun onu iman, İslam, hak ve hakkaniyet tarafındaki duruşundan vazgeçirememiştir.

Bugünlerde Müslümanlık adına, ilerideki Müslümanlık şahs-ı manevisine çok zararlar verecek yanlışlar yapıldığı halde, Müslümanca bir duruş sergilemesi gereken kişi veya kurumların, korku veya menfaat saikiyle, tarafgirlik veya meşreb taassubuyla, minnet duygusu baskısıyla hareket ederek bunları görmezlikten gelmeleri umum Müslümanlar adına üzüntü duyulacak bir husustur.

İnsanımız, hayatı, ülkesine ve milletine hizmetle geçmiş olan Hocaefendi’nin gerek ülkemizde yaşanan hadiseler karşısında gerekse insanlığı ilgilendiren dünyadaki olaylar karşısındaki insanî ve mümince duruşunu hiçbir zaman unutmayacaktır. Her ne kadar şartlanmış bir kesim, sathî, yapay, boğucu bir atmosfer oluşturma gayretiyle hak ve hakikatleri, doğruları perdelemeye çalışsa da sadece vatan ve milletini düşünen ve bu istikamette tercüman olunması gereken meseleleri seslendiren Hocaefendi, bizlere ve bugünkü  nesillere bir “duruş” numunesi sunmaktadır. Pek çok olumsuzluğun yer aldığı böyle bir zamanda iman-ı  kâmilin gür bir sadâsı olarak arz-ı endam etmesiyle çevresindekilere “imanî bir duruş”u temsil etmektedir. Kalb ve ruh hayatı, ibadet-i taati ve duası, sünnet-i seniyyeye ittibaı takva ve zühdü, emir ve yasaklara riayetteki hassasiyeti ile etrafındaki  herkese “İslami bir duruş” sergilemektedir. Umumi ve hususi manada insanlarla olan beşeri münasebetlerindeki istikameti, dengesi, müsamahası, nezaket ve nezahetiyle beraber edebi, mahviyet ve tevazuu, dünden bugüne davranışlarındaki istikrar  onu bilenler için “ahlakî bir duruş”a örnek teşkil etmektedir.

O, bugün bile maruz kaldığı onca tarassut, takip, tazyik, tahkir ve aşağılama gayretlerine rağmen hiçbir zaman milletine küsmüyor, darılmıyor, “takdir edilmeme” sendromuna girmiyor. Bütün yıldırma ve vazgeçirme çabalarına rağmen hak rızası hedefindeki hizmetleriyle, “dava insanı duruş”uyla inanmış nesillere rehberlik yapıyor. Yaşanılan olumsuzluklar ne kadar çok olursa olsun felaket ve musibetler ne kadar büyük olursa olsun inanç ve ümidini kaybetmeden sürekli azim ve kararlılıkla çalışarak bu milletin evlatlarında  şartlar ne olursa olsun inanç ve ümitle “hizmet etme” şuurunu mayalıyor, onların ufkunu açıyor. Dünyanın cazibedar güzellikleri karşısında makama, câha, mala-mülke, şöhrete, insanların takdir ve alkışlarına aldırış etmeyerek iradeli duruşuyla gerçek bir müminin dünyevilik karşısındaki duruşunun nasıl olması gerektiğini fiilen gösteriyor.

Yurtiçi ve yurtdışında insanımızın kendi özkaynakları ile yıllarca emek vererek büyük fedakârlıklarla sadece ülkelerine ve insanlığa hizmet duygusuyla açtıkları eğitim öğretim yuvalarının aleyhine çalışanlara karşı bu işte katkısı olanların hakkını müdafaa adına ortaya koyduğu “vefa ve kadirşinaslık duruşu” ile de onları yüreklendiriyor, teşvik ediyor.

Bununla birlikte milletimiz ve Müslümanlığın zararına gördüğü meselelerde de hukukî ve demokratik hakkı ne ise İslamî ve insanî hassasiyeti gereği hiçbir beklentiye girmeden hiçbir tereddüde düşmeden cesaretle düşüncelerini kamuoyu ile paylaşıyor. Tüm insanlık nezdinde ülkemiz ve Müslümanlık imajının yanlış davranışlarla bozulmaması ve bozulan imajın düzeltilmesi için pek çok şeyi göze alma pahasına net ve doğru Müslümanlık duruşunu ortaya koyuyor. Bu yönüyle de değerlendirebilen ve kıymetini bilebilenler  için bizim tarihi geleneğimize ait önemli bir icraatı ihya ediyor. Gerçek manada peygamberlik mirasını temsil eden hakiki âlimlerin geçmişte yaptığı gibi gerek mal-mülkle gerek sevk ve idare ile gerekse farklı argümanlarla güç ve kuvveti temsil eden kişi veya cemiyetlere imanî, İslamî, Kur’anî bir vazife gereği, Kur’an ve sünnetle test ettiği meselelerle alakalı “Emr-i bi’l maruf nehy-i ani’l münker”, irşad, nasihat ve tebliğ vazifesini ifa ediyor. Daha önceki asırlarda yüzlerce  emsallerinin yaptığı gibi… Tabii ki ihtiyaç duyan kimseler için...

Bugün ilmî, içtimaî ve dinî sahada Hocaefendi nasıl bir “duruş” sergiliyorsa aynı şekilde değişik alanlarda, içimizdeki inanç ve ümidi takviye edecek farklı sağlam “duruş”lara da şahit olmaktayız. Akademisyenlerden, gazeteci ve medya mensuplarına, iş dünyası ve siyasî şahsiyetlerden sivil toplum kuruluşlarına kadar bir hayli kişi ve kuruluş, hukuktan, demokratik haklardan, doğrudan, hakkaniyet ve adaletten yana bir “duruş” sergileyerek milletin kalbinde müstesna bir yer ediniyor ve dua alıyorlar. Diğerleri ise millet ve hak nezdinde kendi kendilerini ademe mahkûm etmek riskiyle karşı karşıya kalıyorlar…

 

Add comment


Security code


Refresh

back to top

BU GÜNLER DE GEÇECEK

ÇATLAYAN RÜYA

ÇARPITILAN BEDDUA!

ŞAHİT OL YA RAB...

Mefkure Yolculuğu