Başbakan’a 373 defa ‘paralel’ dedirten öfke!

Başbakan Erdoğan, 17 Aralık’tan beri kırk beş gündür eline her mikrofonu aldığında namazlardan sonra “Sübhanallah, Elhamdulillah ve Allahu Ekber” der gibi “Çeteler... Örgüt... Paralel devlet...” diyor.

Sonra Haşhaşiler, dış taşeron, ihanet şebekesi, sinsi virüs, şantajcı... diye suçlamalara devam ediyor. Bunları ağzına almadığı ne bir konuşma ne de bir basın toplantısı oldu. O tarihten bu yana bir başbakana 373 defa ‘paralel...’ kelimesi kullandıran somut sebep ne olabilir acaba?

Daha 6 ay önce “Türkiye’nin adını dünyaya duyurdukları, ay-yıldızlı bayrağın, bu aziz milletin büyüklüğünü en uzak ülkelere şerefle taşıdıkları için, şahsım, ülkem ve milletim adına şükranlarımı sunuyorum... Siz arkanıza hazineyi, siz arkanıza kamu bankalarının kaynaklarını almadınız. Siz ideolojiyle yürümediniz...” dediği bir camia için nasıl böyle görüş değiştirebildi? Cemaat ne yaptı? Veya Başbakan, neleri gördü de bu ağır ithamlara girişti?

Cemaatten oldukları zannıyla suçladığı bu savcılar acaba kanunsuz birtakım işler mi yaptı? Açtıkları davalarda bir usulsüzlük mü var? Yolsuzluk mu yaptılar? Yolsuzlukları görmezden mi geldiler? Rüşvet mi aldılar? Hırsızlık mı yaptılar?

‘Abi’lerini dinleyip amirlerine isyan mı ettiler? Meslekî hayatlarında bir suça karışıp da kendilerine açılmış bugüne kadar bir soruşturma olmuş mu?

Bu türden deliller olsaydı o savcılar şu an bırakın Fizan’a sürülmeyi, kendilerini meslekten atılmış bulurdu.

Peki ne yaptı bu savcılar? Cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluk şebekesini tespit edip operasyon yaptılar. Devlet içinde yuvalanmış birtakım zevatın illegal işlerini, imar skandallarını, yurtdışı bağlantılı bir kısım eşhasın rüşvetle Bakanlar Kurulu’na bile sızabilip ‘hayırsever’ yabancılara TC vatandaşlığı dağıttığını buldular. Özel fetvalarla kurulmuş milyarlık komisyon havuzlarını ortaya çıkardılar. Başbakan’ın ihale karşılığı bazı müteahhitleri Sabah ve ATV’yi almaya zorladığını iddia ettiler. Peki bu suçlamalar boş muydu? Bu iddialar asılsız olsaydı Başbakan gökkubbeyi başlarına yıkar, 1 hafta sonra 4 bakan istifa etmezdi. Sabah, akşam, yatsı saatlerce konuşan Başbakan, bu skandallarla ilgili tek bir kelime ağzına alabildi mi? Hayır. Çünkü Nazlı Ilıcak’ın dediği gibi; “Çete dediğin yolsuzluk yapar, kanuna uymaz. Yolsuzluğu ortaya çıkaran çeteyi ilk defa duyuyorum.”

Başbakan’ın öfkesine ilk maruz kalanlar yolsuzluk yapanlar değil, yolsuzluk soruşturmaları açanlar oldu. Binlerce polis/polis müdürü/savcı... 12 Eylül sonrasını aratır ölçüde sorgusuz sualsiz sürüldü. Başbakan ‘beraet-i zimmet’, ‘masumiyet karinesi’ diyerek ortaya saçılan onca delili göz ardı ediyor. Ama hiçbir delil yokken milyonları aşkın bir camiaya binbir hakareti yapmakta beis görmüyor. Öfkesi sadece Cemaat’e de değil. Her gün yeni bir ‘hain’ ortaya çıkıyor. TÜSİAD, TUSKON, ‘holografik’ söylemlere çanak tutmayan gazeteler... ta soru soran muhabirlere kadar. Eleştiri yapmaya cüret eden kendi milletvekilleri, 40 yıllık yol arkadaşları, nedamet edene kadar Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar. Öfkeden vaktiyle nasiplendiğini öğrendiğimiz marka ise Habertürk. Başbakan ta Fas’tan seyredip öfkeyle ekran altyazısını kaldırtıyor. Ve bu öfke, baştan aşağı tüm parti yöneticilerine yansıyor. Normal kim kaldı? Efkan Ala mı, Bülent Arınç mı, talimatla adalet(i) dağıtan Bekir Bozdağ mı?

Sınır tanımayanı ise Bakan M.Ali Şahin. Seviyesiz ve çirkin bir üslupla Hocaefendi’yi Türkiye’ye davet ediyor. Siyasetin kuyruğuna takılıp Hocaefendi hakkında iftira üreten, sonra buna iman eden Akit çevrelerinin varlığı ve buna şahadet getirerek devlete hükmeden Şahin gibilerin su-i niyeti Hocaefendi’nin dönmemesi için sebeplerden biri olarak yetmez mi?

Ve çığ gibi katlanıp tabana yayılan nefret ve öfkeye karşı ümit olarak sadece Sayın Cumhurbaşkanı kaldı.

 

Add comment


Security code


Refresh

back to top

BU GÜNLER DE GEÇECEK

ÇATLAYAN RÜYA

ÇARPITILAN BEDDUA!

ŞAHİT OL YA RAB...

Mefkure Yolculuğu