Hoşgörüden geriye dönüş intihar olur

Diyalog ve hoşgörü, benim insani yönümden kaynaklanıyor olsa, kalıcılık vaat etmez. Bunun kaynağı dinimizdir. Terörle karartılan İslam'ın çehresini diyalog sayesinde, yeniden kendi güzelliğiyle anlatma süreci başlamıştır.

Diyalog ve hoşgörü son yıllarda gündemde ama bazıları bu konuda samimi olmadığınızı düşünüyor?


Diyalog ve hoşgörü konusu benim insani yönümden kaynaklanıyor olsa, o zaman kalıcılık vaat etmez; endişe duyanlar da endişelerinde haklı olurlar. Ama ben dini kaynaklardan hareket ediyorum; başımız onunla bağlı, din devam ettiği sürece, o da devam eder, gider.


Diyalog; dinler arası mı kültürler arası mı?

Dinler arası diyalog denilirken -din bir şahs-ı manevi (tüzel kişilik) olduğu için- burada mecaza gidilmiş, dolayısıyla din müntesipleri kastedilmiş oluyor. İsme takılmanın bir faydası yok, eğer daha isabetli olacaksa "Kültürler arası diyalog" , "farklı felsefeler arasında diyalog" denilerek kapsam daha da genişletilir ve semavi dinlerin dışındaki diğer inanç mensuplarının da bu faaliyetlere dahil edilmesi düşünülebilir.

'Diyalog ve hoşgörü dinimden kaynaklanıyor' dediniz, peygamber döneminde örneği var mı?

Efendimiz Medine'ye geldiği zaman Medine bildirgesiyle farklı din mensuplarını diyaloga çağırıyor, onlarla anlaşıyor ve koruma altına alıyor. Onun bu tavrını görünce -bağışlayın- münafıkların reisi Abdullah b. übey b. Selül adeta çıldırmış vaziyette, hemen Mekke'ye gidiyor, müşriklerin toplantısına katılıp, "Bakın bu adam herkesi yanına çekiyor; yarın sizin için büyük bir tehlike olacak" diyerek onları kışkırtıyor. Yani her şeyi evhama bina eden insanlar -bugün olduğu gibi- o zaman da var. Yine Efendimiz'in, Necran Hıristiyanlarını kabul edişi ve onlarla yaşanan "mübahale" (hangi taraf yalancı ise Allah'ın ona lanet etmesini bütün kalbiyle istemek) meselesi var.

"Haydi gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, hanımlarımızı ve hanımlarınızı ve bizzat kendimizi ve kendinizi çağırıp, sonra da gönülden Allah'a yalvaralım da, bu konuda kim yalancı ise Allah'ın lanetinin onun üzerine inmesini dileyelim" ayeti nazil olmuştur. Efendimiz onları böyle bir mübaheleye çağırınca, peygamber bedduası almaktan korkup kabul etmemişler ve vatandaşlık vergisi vererek beraberce yaşamayı benimsemişlerdir. Tağlip Hıristiyanlarıyla da anlaşıp onları kendi safına çekmiş, rahat rahat Mekke'ye girip çıkabilmek için müşriklerle Hudeybiye'de çok ağır bir anlaşma yapmıştır.

500. Yıl Vakfı

Raşit halifeler aynı yoldan gidiyor. Selahaddin'in, Zengi'nin, Alparslan'ın, Fatih'in davranışları bellidir. 2. Bayezid'in İspanya'dan Yahudileri gemilerle getirdiği iyi bilinir. Bu olaydan hareketle 500. Yıl Vakfı kurulmuş. Cumhuriyet döneminde aynı hoşgörü devam etmiş ve Nazi zulmünden kaçanlar Anadoluya sığınmış. Bu bizim kültürümüzde var. İaremiz altında cami, kilise, havra bir aradaydı ve herkes problemsiz yaşıyordu.

Hoşgörüye yarın bundan başka bir anlam yüklenir mi?

Böyle bir şey harakiriden, intihardan farksız olur... Bugün terörle, canlı bombalarla, baskı altına alınarak robotlaştırılmış insanlarla karartılan İslam'ın çehresini, diyalog vasıtasıyla, kendi güzelliğine yakışır bir tarzda anlatma süreci başlamıştır ve devam edecektir de...

Efendimiz'in, "Benim adım güneşin doğup battığı her yere ulaşacaktır" sözünü bizlere verilmiş bir hedef olarak anlıyorum. Benim Efendimin, teröristlerin mensup olduğu bir dinin kurucusu gibi tanınması, ona karşı yapılan çok ciddi bir haksızlıktır. Onun doğru tanıtılması, diyalog ve hoşgörü temsilcilerinin önünde ihmal edilmesi düşünülemeyecek derecede önemli bir vazife olarak duruyorken, onların başka düşüncelere girmesi kendileri hakkında oluşmuş güzel kanaatleri yıkmaktır ki, bu da ihanet olur.

Yani misyonerler mi?
Evet. Kilise teşkilatının dünyanın her yerinde ve Türkiye'de harıl harıl çalıştığı, çok önemli temsilcilerinin olduğu doğrudur. Boston'da bulunan bir arkadaşımız 500 sene önce yazılmış bir eserden bahsetti bana.

Balkanların Türklerin eline geçtiği bir dönemde Osmanlı sınırları içinde yaşayan dini azınlıklara hitaben yazılmış bu eserde, "Kendinizi belli etmeden, duygu ve düşüncelerinizi koruyarak orada kalın. Bir gün gelecek kendimizi ifade etme fırsatı da bulacaksınız" deniliyor. Dikkat çekilen bu nokta, çok erken dönemde bazı kimseleri tembih etmesi bakımından üzerinde hassasiyetle durulması gereken bir konu gibi geldi bana.

Şimdi bunlar vardır ama Vatikan'da ya da başka yerlerde yürütülen bu tür faaliyetlerin, bizim hoşgörü ve diyalog hareketiyle bir alakası yoktur. Ne benim, ne de benimle beraber bu hareketi benimsemiş arkadaşların katiyen bir başkasının dümen suyunda olması söz konusu değildir.

Bizim diyalog ve hoşgörü hareketimiz tamamen Türk milletine aittir ve Türkiye orijinlidir; diyalog faaliyetlerini kendi maksatları doğrultusunda yapanlara eklenmiş değil, aksine onlar yapıyorsa biz neden yapmayalım, onlarla müşterek programlar planlayarak kendimizi ifade yollarını neden aramayalım mülahazalarından doğmuştur.

Diyalog sürecini bazı İslami kesimler taviz olarak algılıyorlar...

Hoca görünen, ya da seleften miras kalan şeyler adına "kutup"luktan, "gavs"lıktan bahis açanlar nasıl düşünürse düşünsün, bizim kalbimizi Allah biliyor. Ben, değil böyle büyük meselelerde, yatağa girerken bile Efendimiz'in tarzını uygulamaktan taviz vermedim. Arkadaşlarımın da taviz verdiğini zannetmiyorum.

İslamiyet Hz. İsa'yı peygamber olarak tanıyor. Aynı şekilde Hıristiyanlardan Hz. Muhammed'i peygamber olarak tanıyanlar var mı?

Diyalog süreci içerisinde benim yanıma gelenler de oluyordu; farklı ortamlarda görüşmelerimiz de oldu. Beraber olduğumuz zamanlarda namaz vakti giriyor... izin istediğimiz zaman saygıyla karşıladılar. "Buyurun, siz ibadetinizi bitirinceye kadar biz de burada dua ederiz" dediler. Böylesine yumuşak tavırlı insanlardan yüzlercesi diyalog faaliyetleri sayesinde "Muhammed Allah'ın resulüdür. Kuran, Allah kelamıdır" dedi...

İsevi Müslümanlar

Bediüzzaman keramet gösteriyor gibi, "İsevi Müslümanlar" tabirini kullanarak dikkat çekmiş, aynı zamanda bir jest yapmış. Bu tabir Hıristiyan olduğu halde dinimiz hakkındaki önyargılardan kurtulmuş, Efendimiz'i Peygamber olarak, Kuran'ı da Allah kelamı olarak kabul etmiş kişiler demektir. Böyle insanlardan yüzlercesini gösterebilirim. Maalesef, Türkiye'de, "hoşgörü ve diyalog faaliyetlerinden dolayı Hıristiyanlığı benimseyenler olduğunu" iddia edenler çıkabiliyor. Affınıza sığınarak söylüyorum bunun adı yalandır. Ne yapalım, herkes kendi karakterini sergiliyor.

Din diyaloğu öngörüyorsa, karşı olanlar kendi dindarlıklarından mı endişe taşıyorlar?

Kendileri nasılsa alemi de öyle zannedenler var. Mletimize baksınlar; uzun süre pek çok şeyden mahrum olmasına rağmen, kendi ruh ve mana köküne ait değerleri devam ettirebilmiş olması ne kadar sağlam bir inanca sahip olduğunu gösteriyor, zaten. AB meselesini konuşurken millet üzerinden genellemeler yaparak şüphe uyarıcı şeyler söylemek doğru değildir. Korkmak gerekiyorsa başkaları korksun

Burada İslam'a çok saygılı bir din adamıyla görüşüyorduk, "Bizim gençler kiliseden kaçıyorlar" dedi. Ben de, bizde camiye giden gençlerin sayısında, oruç tutma oranlarında artış olduğunu söyledim. O devam etti ve "Gençler arasında çok bunalım var. Doğrusu böyle bir nesil karşısında Tanrı'nın yerinde olmak istemezdim" dedi.

Ben de, "Allah'la kul arasındaki münasebet açısından, sizin konumunuzda bir insana böyle bir cümleyi yakıştıramadım" dedim. Bunun üzerine o zat alicenap davrandı; "Allah'tan çok af dilerim, sürçü lisan oldu" dedi. Şimdi bu insanlar kendi nesillerinden endişe ediyorlar. Bizim misyonerlik yapmamıza gerek yok, kendimizi doğru ifade etme fırsatı bulalım yeter o bize.



Kaynak: Mehmet Gündem, Milliyet Gazetesi, 31.01.2005

 

Add comment


Security code


Refresh

back to top

BU GÜNLER DE GEÇECEK

ÇATLAYAN RÜYA

ÇARPITILAN BEDDUA!

ŞAHİT OL YA RAB...

Mefkure Yolculuğu