Dün Niyâzî-i Mısrî, bugün Fethullah Gülen

Niyâzî Mısrî'ye devrin muktedirlerinin reva gördüğü hadsiz zulüm ve insafsız sürgünden, kamuoyunun ölümden de beter vefasızlığından, ihmal ve duyarsızlığından mutlaka dersler çıkarılmalıdır. Çünkü, toplumların hayatında nadiren ortaya çıkan bu türden istisnai şahsiyetlere yönelik haksızlıklar sadece geçmişe ait bir yanlışlık veya kötü bir hatıra değildir.

Lisede din dersi öğretmenim olan ancak 25 yıldan fazla bir süredir kendisiyle görüşme şansı bulamadığım değerli hocam Ziya Kesiriklioğlu'nun bundan bir süre önce beni telefonla arayarak yaptığı daveti anında kabul ettim. Daveti yapan bir hemşehrim ve öğretmenim, davet sebebi de bugün Yunanistan'ın Limni adasında medfun olan 300 yıl önce yaşamış olmakla birlikte yine bir hemşehrim olmasıyla büyük onur duyduğum, önemli bir İslam büyüğünü anma etkinlikleri olunca kabulden başkasını elbette düşünemezdim.

Etkinliklerin yapılacağı Limni adasına iyi ki de davet edilmişim ve iyi ki de bu davete icabet etmişim. Bu vesileyle hem uzun zamandır aralarında sıklıkla bulunamadığım memleketim Malatya'nın mert ve coşkun insanlarıylabirlikte birkaç gün de olsa bir zaman geçirme imkânı buldum hem de utanarak söylemeliyim ki hakkında kısmen bilgim olmasına rağmen bugüne kadar yakın alaka gösteremediğim, değil sadece Malatya'nın belki de tüm İslam âleminin önemli manevî önderlerinden, büyük mutasavvıf Niyâzî-i Mısrî'yi bir nebze olsun daha yakından tanıma şerefine nail oldum.

Niyâzî-i Mısrî ve öğretileri üzerine çalışma yapmış, onu ve fikriyatını yakından bilen insanların anlattıklarını dinledikçe, Mısrî'nin çağını ve yaşadığı manevî, kültürel havzanın sınırlarını aşan fikirlerinden daha fazla haberdar oldum. İnsan-ı kâmil olmanın yollarını gösteren sırf bu fikirlerinden dolayı Mısrî'nin devrin iktidar sahiplerinin elinden çektiklerinden haberdar oldukça da doğrusu kahroldum. Nispeten geç dönemde gelen bir Mevlânâ Celaleddin-i Rumî, bir Yunus Emre değerindeki bu büyük insanın başına da ne yazık ki her devirde devrinin muktedirleri tarafından doğru anlaşılamayan neredeyse tüm manevî ve fikir önderlerinin başına bu anlayışı kıt ya da aşırı evhamlı bazı iktidar sahiplerinin eliyle gelen her türlü musibet gelmiş.

Mısrî'nin maruz kaldığı zulümler ve musibetlerde yaşadığı dönemin insanlarından belki de daha fazla bugün yaşayan insanlara yönelik ibretler var. Çünkü bugün de fikirleri yeterince anlaşılmadığı, yanlış anlaşıldığı ya da bu fikirleri büyük bir hata yapılarak tehlike olarak görüldüğü için Mısrî'nin yaşadıklarına benzer bir zulmü yaşayanlar var. Kısaca hatırlatmak gerekirse, on yedinci asırda yaşamış olan Niyâzî-i Mısrî, İslam tasavvuf anlayışının Halveti kolunun en renkli ve en önemli simalarından biridir. Coşkun ve cezbeli bir sûfî olan Mısrî, 1618'de Malatya'da doğmuş, Diyarbakır, Mardin, Kerbelâ, Mısır, İstanbul, Elmalı, Uşak, Kütahya ve Bursa'da yaşamış, buralarda ilmini geliştirmiş ve nihayet sürgüne gönderildiği Limni adasında 1694 senesinde vefat etmiştir. Mısır'da öğrenim gördüğü için kendisi "Mısrî" diye tanınmıştır. İbn Arabî, Mevlânâ ve Yunus Emre düşüncesinin 17. asırdaki takipçilerinden olan Mısrî, adeta bu üç büyük zatın düşüncelerinin harmanlandığı bir terkip niteliğindedir. Çok sayıda eseri ve şiirleri bulunan Mısrî'nin bu şiirlerinden yaklaşık 250 tanesi ilahi formunda bestelenmiştir. Bu açıdan da Yunus Emre'den sonra şiirleri ilahi formunda en fazla bestelenen isim olmuştur.

Dobralığı, mertliği, coşkunluğu kadar ilmî derinliğiyle de bilinen Mısrî bazı ledünni düşünceleri açığa çıkardığı ve devrin birtakım siyasilerinin hoşuna gitmeyecek bazı fikirlere sahip olduğu için şimşekleri üzerine çekmiş ve bir defa Rodos adası, iki defa da Limni adasına olmak üzere üç defa sürgüne gönderilmiştir. Devrin muktedirlerinden büyük zulüm gören Mısrî hayatının 16 yılını kalebend olarak zindanlarda veya gözaltında geçirmiştir. Devrin siyasilerinin lüzumsuz ve vehmî korkuları, Mısrî hakkında iftiralara sebep olmuş ve bu büyük veli hiç hak etmediği cezaları çekmek zorunda kalmıştır.

KİTLESEL HAREKETLERDEN KORKMAK

Düşünce ve öğretilerinin kitleler üzerinde etkili olmasından rahatsız olan devrin bazı siyasî figürleri "Mısrî huruca kalkışacak" endişesiyle sun'î bir yaygara koparıp, ihtiyar halinde onu ayağına bukağı vurdurarak, adi bir suçlu gibi Limni adasına sürdürmüşlerdir. Mısrî uzun sürgün hayatının hitamında 76 yaşında ayağında bukağı olduğu halde vefat etmiş ve 17 kg'lık bukağısıyla defnedilmiştir. Limni'nin 1912 yılında Türklerin elinden çıkmasından sonra, Malatyalı hemşehrileri de dahil olmak üzere, tüm Türkiye tarafından adeta tedricen unutulan ve yakın zamana kadar hatırlanmayarak utanç verici bir terk edilmişliğe mahkûm bırakılan büyük İslam mutasavvıfı Mısrî'nin medfun bulunduğu yerden bile hiçbir iz geriye kalmamıştır. Tekkesi, dergâhı, semagâhı ve kendi adıyla anılan cami, adada yerleşik Yunanlar tarafından amacının dışında bar/kafe olarak kullanılırken, bu büyük zatın mezarının üzerinden ise ne yazık ki bugün arabaların ve insanların hoyratça çiğnediği bir cadde ve kaldırım geçmektedir.

Bu büyük İslam bilgesine devrin muktedirlerinin reva gördüğü hadsiz zulüm ve insafsız sürgünden, kamuoyunun ölümden de beter vefasızlığından ve hadsiz ihmal ve duyarsızlığından mutlaka dersler çıkarılmalıdır. Bu derse çok ama çok ihtiyaç var. Çünkü, toplumların hayatında nadiren ortaya çıkan insanlık abidesi bu türden istisnai şahsiyetlere yönelik zulüm ve haksızlıklar sadece geçmişe ait bir yanlışlık veya kötü bir hatıra değildir. Maalesef, yaşadığı dönemde Niyâzî-i Mısrî'ye reva görülen zulüm ve işkenceler başka şekil ya da yöntemlerle de olsa bugünün Mısrî'si denilebilecek bir isme de hoyratça reva görülebiliyor. Kimileri hiçbir somut dayanağı olmaksızın kendi iktidarlarına ortak olacağı vehminden hareketle ona haksızlıkların en büyüğünü reva görürken, bu dünyaya dair hiçbir beklentisi olmayan bu zata kimileri başbakan, kimileri ise cumhurbaşkanı olmayı arzuladığı iftirasını layık görebiliyor. 13 yıldır toprağına hasret kaldığı vatanından ve içinden çıkmaktan hep gururla bahsettiği halkından binlerce kilometre uzakta bir sürgün ve kısmi bir inziva hayatı yaşamasına rağmen hâlâ birileri onu ve sevenlerini devleti veya devletin bazı kurumlarını, medyayı, ekonomiyi ve hatta bir futbol takımını ele geçirmeyi planlamakla suçlayacak kadar zalimleşebiliyor, arsızlaşabiliyor.

Malatyalı hemşerilerimle birlikte 16 yıl sürgünde bulunduğu Limni adasına giderek aziz hatırasını yâd ettiğimiz büyük mutasavvıf Niyâzî-i Mısrî'yi maruz kaldığı hadsiz zulümler ve bugünkü sahipsizliğinden ötürü iç burukluğu ve doğrusu büyük bir zillet duygusu içerisinde anarken, günümüzün siyaset, bürokrasi, medya ve iş dünyasının bir kısım muktedirlerinin eli ve dili aracılığıyla Mısrî'nin kendi devrinin zalimlerinin elinden yaşadığı o acıklı kaderin benzerini bugün fazlasıyla yaşayan Fethullah Gülen Hocaefendi'nin maruz kaldığı sıradan zulmün sınırlarını fazlasıyla aşan haksızlıklar ve umarsızca altında bırakıldığı ağır töhmetlerden duyduğum vicdanî sancı yüreğime çakılı kaldı.

 

More in this category: « Çevik Bir’e Yazık Oldu İnsaf »

Add comment


Security code


Refresh

back to top

BU GÜNLER DE GEÇECEK

ÇATLAYAN RÜYA

ÇARPITILAN BEDDUA!

ŞAHİT OL YA RAB...

Mefkure Yolculuğu