Kürsü - M. Fethullah Gülen - Genç Adam

Kilisedeki Hilal

İlk insandan bu yana en başta aile denilen en küçük ve temel birimde yetişen insanlar, o temel yapıdan çıktıktan sonra kendilerini alıştıkları yapı dışındaki insanların arasında buluverirler. İlkokula başlayan bir çocuk ebeveynlerinden ilk ayrılışını gerçekleştirmekte, toplum içine ilk çıkışını yapmakta ve toplumla iletişime ilk geçişini uygulamaktadır.


İnsan ancak diğer insanlarla konuşarak, bilgi alışverişinde bulunarak kendini geliştirir. Doğuştan gelerek insanın iç yapısında yer alan salt değerleri diğer insanlarla etkileşime geçtikten sonra gerçek değerlere ulaşmada kullanır. İç dünyada var olan hakikatler ancak etkileşim yoluyla ortaya çıkar. Sobanın sıcak olduğunu bilmeden elini değdiren bebek bir daha ki denemesini temkinli yapacaktır. Sıcak maddelere karşı oluşacak tepki insanın içinde vardır. Bu deneme bu taşı yerine oturtmuştur. Örneğin Sokrates’e göre bilgilerimiz, duyularımız ve deneylerimiz sonradan kazanılmış değildir. Bu, doğuştan gelir. Bunun ispatı için, hiç geometri bilmeyen bir köleye yönelttiği sorularla bir geometri problemini çözdürür. Yani sonradan değil de, asılda var olan bilginin karşılıklı konuşma yöntemiyle ortaya çıkarılmış olması. Bu yöntem diyalektik’tir. Yani insan ruhunda bulunan kavramları ortaya çıkarmak için yapılan ustaca bir karşılıklı konuşma sanatıdır.


Teknolojik gelişmeler, dindeki kuralların, açıklanması gereken durumların hepsinde karşılıklı diyalog söz konusudur. İnsanlık tarihinin gelişimi bununla olmuştur.

İnsanların doğru yolu bulmaları, asıl iyiliği yaşamaları için gönderilen dinlere baktığımızda, nerede bir diyalog eksikliği varsa orada da din tahribatı görülmektedir. Yahudilik, Allah’ın tek olduğunu, Hz. Musa’nın O’nun elçisi olduğunu tasdik eden bir dindi. Bu dinde insanlar Allah’ı tanıyor, O’na kulluk görevini yerine getiriyordu. Ne zaman ki İbraniler dinlerini yaymayan bir politika izleyip, kendilerinden olmayanları içlerine almadılar o zaman o din tahrip olmaya başladı. Diğer insanlara tebliğ edilmeyen bir din artık safsatalarla dolu bir din olmuştu. Ardından İsevilik geldi. Hz. İsa ne kadar da insanlara bu dini anlatmaya çalıştıysa da yine onun hayatta gördüğü kişi sayısı on iki  idi. Bu din de belirli bir coğrafyada bulunan insanlara hitap ettiğinden ve iman eden insanların bunu diğer insanlara tebliğ edememesinden dolayı  bir asrı geçmeden bu din de tahrip olmaya başladı. En sonunda gelen İslâmiyet ile insanlık artık susamışlığını giderecek, Hak dini yaşayacaktı. İlk vahiy zamanları oldukça meşakkatli geçmişti. Gittikçe artan Müslüman sayısıyla artık çevre ülkelerdeki krallara, emirlere, kabile reislerine tebliğ mesajları gönderiliyordu. Peygamberimiz (s.a.s) bizzat kendisi başta Bizans kralı Heraklis’e, Mısır kralı Mukavkis’e, Pers Kralı Kisra’ya, Habeş kralı Necaşi’ye mektuplar göndererek onları Hak dine davet etti. Efendimizin (s.a.s) diyalog anlayışı ile kısa sürede komşu ülkelerde de İslam yayılmaya başladı. Hatta Necaşi, O’na tabi olduğunu belirterek bazı bilgiler edinmesi için keşişler göndermek suretiyle bu dine dahil oldu. Bilgi almak için gelen keşişler burada Müslüman oldular. Diğer krallardan da kendileriyle muhatap olan Efendimize şükranlarını belirtmek için hediyeler, güzel hitaplar geldi.

Hz. Peygamber’in (s.a.s) diyalog anlayışını kendine ilke edinen sahabeler tüm dünya coğrafyasına yayılarak bu dini yaymaya çalıştılar. Türkistan’a, Kafkasya’ya, Fas’a, Endonezya’ya, Avrupa’ya muhatap olarak bu dini anlattılar. Güzel bir tevafuk ile Araplarla karşılaşan  Türkler de bu dini benimsedi ve bayraktarlığını yaptı. Asırlar boyunca sırf dini için at sırtından inmeyip dünyaya Allah’ın adını İ’lâ-yı Kelimetullah kaidesince ulaşabildikleri her alana yaydılar.


Peygamberimiz (s.a.s) döneminde başlayan diğer kültürlerle diyalog hareketi, Avrupa’da bilimin sönmesine yol açan değerlerin Müslümanlar tarafından tekrar dünyaya açılmasına vesile olmuştur. Grek, Çin, Hint felsefeleri bir zamanlar bilimin gelişmelerine ön ayak olan kaidelerle doludur. Köhneleşmiş toplumlar tarafından yok edilen bu değerler; Farabi, İbn Rüşd, İbn-i Sina, Harezmi, Gazali gibi zatların çalışmalarıyla tekrar gün ışığına çıkarılarak Avrupa’da bilimin gelişmesine vesile olacak Rönesans’ın temelleri oluşturulmuştur.


Beylik halindeyken kısa sürede gelişerek büyüyen Osmanlı Devleti’nde de diyalog hareketlerini görebiliriz. Fatih Sultan Mehmed İstanbul’u fethetmeden önce, Müslüman Türklerle etkileşimde bulunan Bizans halkı artık baskıcı olan yönetimden kurtulup Müslümanların himayesine girmeye can atar hale gelmişlerdir. İstanbul’un Fethi’nden sonra ilk olarak halkın dini liderini arayan Sultan Fatih, hapse atılan bu lideri ordudaki bir askerin maaşı kadar maaşa bağlayıp halkın tekrar dini yaşantısına devam etmesini sağlamıştır. Ermenilerle de görüşen Sultan Fatih, kendi mezhep liderlerinin kral tarafından başka şehre sürüldüğünü öğrenince onları da çağırarak cemaatinin başına geçmesini sağlamıştır. Girdiği yerlere hoşgörü gösteren bu devletin diğer milletlerle olan diyaloglarına bir örnek de Balkanlardan. Sultan Fatih Bosna’ya girdiği zaman halkın büyük çoğunluğu önceden gördükleri Müslüman yaşantısına binaen Müslüman olmuşlardır.


Günümüzde İslam’ın diğer milletlere tanıtılmasında maalesef birkaç ülke önayak olmaktalar. Bu ülkeler kukla olmakla beraber yansıttıkları İslam yanlış İslam’dır. Kendilerine göre yorumladıkları İslam’ı dünyaya göstermeleri İslam’ın şu an çok farklı anlaşılmasına sebebiyet vermekte. Münafıkların reisi Haham Abdullah İbn-i Sebe’nin İslam’da tefrika amaçlı kurduğu mezhep buna iyi bir örnektir. Yanlış kurallar ile kendi iç dünyalarında büyüme göstermeye çalışmaktalar. Bu konuda gerçek İslam’ı yaşayan Türkiye’de ise Dinler arası Diyalog konusuna bazı kesimin maalesef tam araştırmadan yanlış yorumları ile Türkiye Müslümanlarının diğer dinden olanlar ile diyalogu kesilmeye çalışılıyor.


60’lı yıllarda Hıristiyanların bazı durumların doğru anlaşılması amacıyla diğer dinleri diyaloga çağırmasını 1400 sene önce Kur’an zaten Müslümanlara emretmiştir. Aslında manevi buhran yaşayan Hıristiyanların bu isteği Müslümanlar için kaçınılmaz bir fırsattır. “Müşterek bir kelime üzerinde birlik olma” çağrısı ile Kur’an’da Müslümanların Ehl-i Kitap ile diyaloga geçmelerini Allah buyurmuştur. Bu çağrıya cevap uzun bir süre sonra da olsa geldi. Gerek Hıristiyan gerek Yahudi liderlerin katıldığı sempozyumlar, konferanslar, seminerler üç ilahi dinin de gerçek manada anlaşılmasını ve bunların barış içinde yaşayabilecekleri göstergesinin ortaya çıkmasını sağlamıştır.

Özellikle Avrupa’da İslam şu ana kadar bağnaz, tutucu, özgürlüklerin kısıtlandığı, ağır cezai hükümler taşıdığı, dünyaya küsmüş bir din olarak algılanırken, gerçekleştirilen bu Diyalog ve Hoşgörü toplantıları atomdan parçalanması daha zor olan önyargıları kırmıştır ve kırmaya devam ediyor. Müslüman Türk olgusu, dünyanın hafızasına kazıdığı Suudi ve İran tipi İslami yaşantıyı silmekte. Her ülke ile içli dışlı olan, hoşgörüyü benimsemiş ve geçmişinde de diğer milletlere gösterdiği hoşgörü ile milletlerin kalbinde yer tutan bu millet, elbette Efendimiz’in (s.a.s) tebliğ ve temsil metodunu hakkıyla yerine getirecektir. Her ne kadar içimizde de bu faaliyetlere karşı çıkan, halkın kafasına değişik fikir ve düşünce sokan insanlar olsa da kökü sağlam olan bu millet bu işi de başarıyla gerçekleştirecektir.


Bazı ülkelerde göze çarpan bir durum ki, bir papaz oradaki cami imamına kendi gençlerinin dinden uzaklaştığını, büyük kısmının İslam’ı seçtiğini söyleyerek dert yanıyor. Avrupa’da aile hayatına, dini hayata susamış milyonlarca genç var. Asıl refahın, mutlu yaşantının kaynağı olan İslam’ı görenler büyük bir düşünce sentezinden sonra bu dine giriyorlar. Ve ilginçtir ki Müslüman olduktan sonra İslam ülkelerinde yaşayan büyük genç kitleden daha iştiyaklı oluyorlar. Bazı yerlerde karşılaşırız : “Biz İslam ülkesinde doğduk, ama başka bir dinden olan bir insan Hak din olan İslam’ı duymamışsa hükmü nedir?” Aslında bu soruyu sormak yerine o insanların da bunu duymasını sağlayacak girişimlerde bulunmak önemlidir. Oturduk yerden bunlarla kafayı yormaktansa asıl İslam tebliğ ve temsil metodunu uygulamak gerekir. “Onlar yabancı dinden, bizler Müslüman’ız kaynaşmak olmaz, tehlikedir bizim için, zaten ülkede misyonerler almış başını yürüyor, bir de onlarla diyalog mu kuracağız?” gibi düşünceler aslında ne kadar dini yaşantıdan eksik olduğumuzu ortaya koyuyor. Hem emredilen iletişimden habersizlik var hem de dinden soğuttuğumuz gençlerimizin misyonerlerin tuzağına düşmelerinden şikayet ediyoruz. Sinemalarda, tiyatrolarda, dizilerde, gazete köşelerinde kara çarşaflı hanımları olan, saç sakal birbirine girmiş, üçkağıtçı imam tiplemesini yerleştirip, dini vecibeleri alay konusu yaptıktan, mabetlerimizi dalga geçme aracı yaptıktan sonra hatta ve hatta namaz kılan gençlere veya hevesi olanlara türlü laf ettikten sonra misyonerlerin gelmesi herhalde zararı olmayan bir şey olsa gerek.


Avrupa İslam’a koştukça maalesef Batı hayranı ülkemiz oranın ilmini, tekniğini almayıp köhneleşmiş yaşantısını alıyor. Manevi buhran yaşayan Batılılar İslam’ı araştırıyor, onların misyonerleri buralara geliyor. Bizim iman dolu göğsü olan atalarımızın kemikleri sızlarken ettiğimizi bulmanın şekvasıyla ortalığı velveleye veriyoruz.


Bundan yarım asır sonra artık büyük nüfusu İslam’ı kabul edecek olan Avrupa ve Amerika, temelde yatan Müslüman Türk’ün kendisiyle ilgilenmesini borç bilip, bizim gençlerimizle ilgilenecekler.


Dünyanın dört bir yanında İslam’ı anlatan insanımız; kalemle, akılla, mantıkla bunu başarıyla gerçekleştirmenin gayreti içindeler. Açılan eğitim müesseseleri, dış ülkelerde yapılan mabetler, imaretler, dış bürokratlarla olan ilişkiler elden geldiğince gayretimizdeki halisiyeti gösteriyor. Ülkemizde masa başında oturup ahkam kesmek, takıyye uydurmak yerine dinimizin emrettiği dinamizmi gösterseler şu an bu ülke çok farklı konumda olacak, insanlardaki manevi buhran gidecek, dört bir yandan tüm milletler İslam’ı anlayacak. Papazlar, metropolitler, patrikler İslam’a koşarken bir yandan da Müslüman Türk’ün gayretini görecekler, bulundukları ülkenin milletleri de kafalarındaki köhneleşmiş bilgilerden arınacaklar. Parçalanmış demirlerin birleşmesi için ateşe atılması gibi şu an ateşli günler yaşayan İslam aleminin kendisinin huzura kavuşması yanında dünyayı da manevi boşluktan kurtarıp dünyayı huzura kavuşturacaklar…



Kaynak: M. Fatih Öztarsu, www.tacmahal.net

 

Add comment


Security code


Refresh

back to top
  • EN SON EKLENENLER
  • EN ÇOK OKUNANLAR
  • SON YORUMLAR

HAKİKAT DAMLALARI

Hakikat Damlaları sultan-ı kainat birdir. herşeyin anahtarı onun yanında, herşeyin dizgini onun elindedir. Hakikat Damlaları

Bediüzzaman

ARAMA

BU GÜNLER DE GEÇECEK

ÇATLAYAN RÜYA

ÇARPITILAN BEDDUA!

ŞAHİT OL YA RAB...

Mefkure Yolculuğu