Genç Adam Analiz

Kendine Güvenen Bir Türkiye AB'yi Güçlendirir

Avrupa bugün İslam'a şüphe, korku ve hatta kinle bakmaktadır. Fakat ne Avrupa ne Müslümanlar birbirinden vazgeçebilir.

Her ikisi de bir arada yaşamaya ve birbirini anlamaya mahkumdurlar. Globalleşme, yeni bir dünya yaşamı bunu gerektirmektedir. Yapılan yeni araştırmalar şunu göstermektedir ki, Avrupa'da yaşayan Müslümanların büyük bir bölümü orada yaşamaktan memnundurlar. Neden memnundurlar? Çünkü bu ülkelerde istikrar var, iş var, daha yüksek yaşama standardı var.

Gariptir ve belki size ters gelecektir: Avrupalıların ekserisi olmamakla beraber önemli bir kısmı da Müslümanlarla beraber yaşamaktan memnundurlar. Demek ki Müslümanlarla Avrupalıların bir araya gelememesinin sebebi çoğunluk değil, aşırı düşünceye sahip gerek Ortadoğulu gerekse Avrupalı bazı kimselerdir.

Şüphesiz ki Avrupa'da yaşayan Müslümanlar ırk, din ve dil itibarıyla ayrılmaktadır ve aşağılanmaktadır. Avrupa'nın da bundan vazgeçmesi gerekmektedir. Avrupa bundan vazgeçmezse gereken birlik ve istikrar sağlanamaz. Ama bunu yalnız Avrupa'dan beklemek kâfi değildir. Müslümanların da Avrupa'ya yeni gözlerle bakması gerekmektedir. Ben Amerika'da yaşamakla beraber bir ayağım Ortadoğu'dadır. Aşağı yukarı her Arap memleketini gezdim. Her sene Türkiye'ye gelip birkaç ay kalıp gidiyorum. Dikkatimi çeken bir olay şudur: Son yirmi yılda Amerika'da yeni bir Türk toplumu oluşmaktadır. Amerika'ya gerçi, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra doktorlar, mühendisler gelmişler. Cemiyetler birlikler kurmuşlar; fakat sayıları az olduğu için ve tam manasıyla Türkiye'yi bilmedikleri için onlar ancak resmi Türkiye'yi temsil etmekle kalmışlardır. Fakat son yirmi yıl içinde Amerika'da kurulmaya başlayan toplum gerçek manada Türk toplumudur. Türkiye'nin her yerinden gelmiş tahsil derecesi en yüksek belki lise diploması olmayan kimseler bu toplumda kendi geleneğine, dinine sadık kalarak fakat Amerika'nın şartlarına da uyarak kendi kimliğini ve toplumunu kurma imkanı bulmuşlardır.

Çok Kültürlü Dünyada Müslümanlar...

Öyle ki üniversitelerin araştırma merkezleri bunlar üzerinde büyük çalışma yapmıştır ve bunlar yakın zamanda da yayınlanacaktır. Bizzat bunların içine gidip gören biri olarak şunu söyleyeyim ki bu Türk toplumunun medeni kabiliyeti ve Batı cemiyetine uyma kabiliyeti iş bilgisi harikuladedir, yirmi yıl içinde iş sahibi olmuş yüzlerce işletme var. Aralarında milyoner olanlar var ama bunlar geldikleri topraklara, mensup oldukları dine ve millete sadık kalmışlardır. Bunlar hem Türk hem de Amerikalı. İki kimliği bir arada yaşatabiliyorlar. Avrupa'da milyonlarca Arap asıllı Müslüman var, bunların arasında aynı başarıya ulaşmış kimseler vardır. Bunlar da Arap Müslüman ve medeni insan olarak yaşamaya kararlıdırlar. Avrupa'nın onları bağrına basması gerektiği gibi bizim de onları anlamamız; desteklememiz gerekmektedir. Eğer biz dünyaya açılacaksak çok kültürlü dünyada yaşamayı öğrenmeliyiz büyük laflar arkasına sığınarak yaşanan gerçekleri görmemezlikten gelemeyiz. Gerçekten yeni bir Ortadoğu düşünüyorsak Ortadoğu'yu yeni ölçüler içinde düşünmemiz gerekmektedir. Peki Ortadoğu'nun ana meseleleri nedir? Dışişleri Komitesi'nin Washington'da Arap ülkeleriyle daha birkaç Müslüman ülkede yürütülmüş bir anketi var. Bu ankette halkın ne istediği sorulmuştur. Mısır, Fas esas alınmak üzere halkların birinci isteği eğitim, ikinci isteği siyasi değişim yani demokrasi, üçüncü isteği iş imkanları, dördüncü isteği rüşvete son vermek olmuş. Aşağı yukarı Türkiye'de de vaziyet buna benzer. Bunlar üzerinde uzun uzadıya durmak mümkün.

Gerçekten Ortadoğu'nun sorunu eğitimdir. Türkiye'nin sorunu da eğitimdir ama eğitimi okul kurmak, öğretmen yetiştirmek olarak görüyorsanız buna hayır demek lazım. Türkiye halkının yüzde sekseni okur yazar yaş gruplarına göre değişiyor. Arap ülkelerinin bazılarında da durum çok iyi fakat değişmeyen bir şey vardır; okul kitaplarının muhtevası. Aynı ezbercilik, tepeden inme fikirler, anı geçmiş asırlar özlemi, İslam altın çağı, Asr-ı Saadet gibi özlemler, evet bunlar çok güzel olmakla beraber oraya dönemeyiz. Onlar çok güzeldir; ama İslam'ın altın devrinin nasıl kurulduğunu anlamamız gerek. Onu okutup da biz böyleydik, şöyleydik demek değil, o altın devri incelediğiniz zaman bugün modern çağın pek çok şartlarını o gün orada yerine getirildiğini görüyorsunuz. Fikir hürriyeti, serbest tartışma fikirlerinden dolayı kimseyi mahrum etmeme gibi birçok fikrin bir arada yaşadığını görüyoruz. Yani demokrasinin esası olan tüm önemli tecrübeleri ve altın çağı yaratan nedenlere bakmıyoruz, biz okulda bunları okutmuyoruz. İşte bu çağda bilmem şu filozof yetişmiş, filan adam yetişmiş, işte bir Farabi gibi nice değer ortaya çıkmış gibi.

Evet bunlar yetişmiştir fakat Farabi hangi okuldan yetişmiş, onun düşüncesini oluşturan temel unsurlar nelerdir, bunlar araştırılmamıştır. Bugün hayata dönük pratik güncel meselelerle de ilişkisi olan eğitime; insanların daha iyi yaşamasına, diğerlerini eşit şartlar halinde kabul etmesine imkan veren bir eğitime ihtiyacımız var. Yani özlediğimiz toplumu ilkokulda gerçekleştirecek bir hayat tarzı verebilecek bir eğitim ve Türkiye'de de bu böyledir. Ben Türkiye'nin pek çok üniversitesinde ders verdim. Evet, üniversitelerimizde daha büyük gelişmeler olmuştur, fakat yine de halktan kopukluk, hâlâ ezbercilik, hâlâ kendini dev aynasında görmek berdevamdır. Toplumdan kopmuş, toplumun hislerine uymayan bir eğitim sistemi başarı sağlayamaz. İleriye dönük, içeriği gerçek manada dinamik, modern bir eğitim olmadan ne ilerleme ne gerçek manada modernleşme mümkündür. Bence onun için Ortadoğu'nun, bu arada Türkiye'nin yapacağı ilk büyük çaba bu eğitimin değişmesi, içeriğinin değişmesidir. Bunun üzerinde söylenecek daha birçok şey var, bunu kısa kesip demokrasiye geçiyorum.

Demokrasi nedir? Bir bakıma demokrasi insanların eşit, birbirine hürmetkar, kendi duygularını ve isteklerini yerine getiren hükümete sahip ve hükümeti değiştirme hakkına sahip bir rejim demektir. Demokrasi hiçbir zaman başka yerden olduğu gibi, kalıp gibi alınıp bir diğer cemiyetin başına geçirilemez. Eğer Türkiye'nin 50 yıllık demokrasi tarihini incelerseniz, bu demokrasinin de Batı'nın şartlarını yüzde yüz yerine getirerek oluşmadığını, tam tersine bu toplumun içinde birçok geleneklere, tecrübelere, yaşam şartlarına uyarak gerçekleştirildiğini görürüz.

İslam, Demokrasiyle Uyuşur mu?

Hıristiyanlıkta demokrasiyle bağdaşacak pek fazla bir şey yoktur. Batı cemiyeti de bin yıl karanlık bir dönem içinde yaşamıştır. Demokrasiyi, Batı, İncil'e dayanarak yaratmamıştır. Laik, yepyeni bir yaşam tarzı düşünerek yaratmıştır. İslam cemiyetine ve Ortadoğu'ya gelince, illa demokrasinin bir kökünü dinde bulmak isterseniz bunu İslam'da kolayca bulabilirsiniz. İcma'dan tutunuz, meşverete, şûraya kadar bu ana mefhumlar demokratik mefhumlardır. İlla bu mefhumları dinde, kültürde arayacaksanız, bunları İslam'da bulabilirsiniz. Fakat bu umdeler ve bu prensipler yüzlerce seneden beri İslam'ın bünyesinde yaşamasına rağmen, buna dayanarak bir demokrasi kurulmamıştır. Bunlarla, yani bu prensiplerin, kendiliğinden harekete geçerek bir demokrasi kurmasına imkan yoktur. Demokrasi nihayet insanların ileriye dönük isteklerinden, vizyonlarından, insan anlayışından, toplum anlayışından doğan ve bunu kendi kültürüyle, geleneğiyle birleştiren bir düşünceden, bir histen doğar. Yani benim söylemek istediğim şudur: Modernite, ileriye dönük bir yaşam şartı, geçmişi, geleneği unutmak manasına gelmez. Gerçek manada ileri bir yaşam, tarihî geçmişi, bugünle yarınla birleştirebilen bir yaşam biçimidir. İşte, içinden baktığımız zaman, Ortadoğu'nun ileriye dönük gelişmesi, her şeyden evvel kendini yoklaması, özlüğünü, işin özünü bulması ve ileriyi doğru dürüst tanıması ve bugün dünyaya hakim olan değerleri paylaşmasıyla mümkün olacaktır. Türkiye bunların bir kısmını yerine getirdiği için, bugüne gelmiştir. Ama Türkiye bugüne geldiği için mutlaka bunu Avrupa'nın tanıması, AB'nin Türkiye önünde diz çökmesi manasına gelmez. Aman bakın size benzedik, sizin gibi olduk deyip de her şeyi oradan beklemesi de asla beklenemez. Bu kadar büyük bir geçmişi olan, bu kadar büyük bir mazisi, bir kültürü, bir ruhu olan, bir toplumun illa ben Avrupa kültürünün bir parçası olacağım diye, gidip de onun önünde diz çökmesi beklenemez.

Avrupa'dan vazgeçer miyiz? Vazgeçemeyiz. Ama Avrupa'ya eşit şartlarla girmemiz gerek. Ancak eşit şartlarla giren, alnı yukarıda, her zamanki gibi kendine güveni olan bir Türkiye, AB'yi kuvvetlendirir. Ben bütünleşmiş bir dünyayı, kendi dilini, dinini ve özünü koruyan toplumlardan oluşacak yeni bir dünyayı böyle görüyorum ve Ortadoğu'da böyle bir dünyanın kurulması için Türkiye' ye büyük bir yer ayırıyorum.

 

__________________________________

(*) Bu yazı değerli Türk tarihçisi Prof. Dr. Kemal Karpat'ın 14-15 Temmuz tarihleri arasında gerçekleştirilen 11. Abant Toplantısı'nın "Küresel Politikalar ve Ortadoğu'nun Geleceği" konulu Abant Platformu'nda yaptığı açılış konuşması metninin kısaltılmış şeklidir.

(**) Prof. Dr. Kemal Karpat, ABD'de bulunan Wisconsin Üniversitesi'nde öğretim üyesidir.

Kaynak: gyv.org.tr  21.07.2006


HEADER

0Cuneyt Özdemir2011-11-07 03:31#1
Ülkemin Yargısına

“KUSURA BAKMAYIN” demeyeceğim, aksine BAKINSINLAR, istedikleri kadar BAKSINLAR… Keşke gerçekten “KUSURA” BAKSALAR.

Maalesef KASTA “KUSURA” baktıkları yok… Bir bakıma “KUSURA BAKMADIKLARI” için esasen “KUSURLULAR..

İnsana, topluma, dünyaya baktıkları yer “YÜCE HÂKİM KÜRSÜSÜ” olmalıyken HÂKİMLERİN, GÜÇLÜLERİN, DEVLETİN KÜRSÜSÜ OLMAMALIYDI…


KİMLER, NELER DEDİLER?
İ.Ü Hukuk Fakültesi’nde 13 Mayıs 2010 tarihinde yapılan Çek Kanunu Panelinde kıymetli akademisyen-huk ukçu Prof. Dr. Ersan ŞEN; zaman zaman alkışlarla kesilen konuşmasında bakın neler söylüyor…
Karşılıksız çeke ceza olmamalı. Karşılıksız çeke ceza Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ek 4 no.lu protokolün 1.maddesine ve anayasamızın 38.maddesine aykırıdır.
Gerekçesinde karşılıksız çek suçunun TAKSİRLE işlenebileceği belirtilmiştir diyenleri kastederek; Yasa metni varken gerekçeye bakılmaz. Gerekçe ile müeyyide düzenlemesi yapılamaz. Yasanın gerekçesinde 5. maddedeki suçun TAKSİRLE işlenebileceğin in yazılması tam bir LAUBALİLİKTİR. Hangi suçun taksirle işlenebileceği ilgili yasa maddelerinde açıkça yazılı olması gerekir.
Türkiye’de her şey yazıda kalır, uygulanmaz düşüncesine; burası Türkiye her şey olur anlayışına ben katılmıyorum. Yanlış uygulamalarda hata biz avukatlarda, savcılarda ve hâkimlerdedir.
3167 sayılı yasanın 16/1 maddesindeki karşılıksız çek suçu da KAST OLMADAN uygulanamazdı; çünkü 765 sayılı mülga TCK, “KAST olmadan suç olmaz” ilkesini benimsemiştir. Bu açıdan 765 ile 5237 arasında bir fark yoktur. Hata biz avukatlardadır, doğru dürüst savunma yapamadık, hata savcılarda hâkimlerdedir.
Hukukun prensipleri ekonomik gerekçelere feda edilemez.

AHİM Türk Yargıcı Prof. Dr. Sayın Işıl KARAKAŞ’ IN “KÖTÜ YASA DEĞİL, KÖTÜ YARGIÇ VARDIR” ifadesi ne kadar da yerinde ve haklı görüyorsunuz…

Eğer YARGIÇLAR “KANUN ADAMI” olmayıp ta;
Eğer YARGIÇLAR “HUKUKÇU” olsaydı,
Eğer YARGIÇLAR “YARGIÇ” olsaydı,
TEVİL YOLUYLA CEZAYA HÜKMEDİLEMEZDİ mesela;
Ama TEVİL YOLUYLA pekâlâ ÖZGÜRLÜĞE HÜKMEDİLİRDİ…

“YARGIÇLAR KANUNLARA GÖRE KARAR VERİR” diyenler yanılıyorlar, aksine “YARGIÇLAR VİCDANLARINA GÖRE KARAR VERİRLER”… Kanunlar ancak yargıçların vicdani kanaatlerine göre verdikleri kararlarını sınırlarlar…

Neden bu ÜLKEDE ADALETİ İNCİTEN SKANDAL YARGIÇ KARARLARI BOLCA VARDIR DA, neden mesela EVRENSEL HUKUK İLKELERİNE, TEMEL İNSAN HAK ve ÖZGÜRLÜKLERİNE mesafe kazandıran SAYGIN KARARLAR, HUKUKSAL ÜRETİMLER YAPILMAZ?!!

Ve aslında olan bitene bakıldığında TEVİLE dahi ihtiyaç olmadığını VİCDAN SAHİBİ olan herkesin bildiği, gördüğü bir HUKUK SAKANDALINDAN söz etmiyoruz APAÇIK YASAL BİR SKANDAL VAR orta yerde…

Ve daha neler, neler var… Özete devam edelim;

Prof. Dr. Hayri DOMANİÇ; (Allah Rahmet Etsin)

Hile ve dolandırıcılık gibi suç unsuru bulunmadıkça, çeklerin ödenmemesi (ödenememesi bile demiyor) “ekonomik suç” değil “ekonomik direncedir” yaptırımı da faiz ve tazminattır…
Para ve hapis cezası dünya tarihinde ve halen yoktur…
“Ekonomik suça ekonomik ceza” yasal dayanağı bulunmayan ve yakıştırılmış bir acemilik ürünüdür ve böyle bir prensip dünyada yoktur…
İnsan ZALUMEN CEHULA; İnsan ÇOK ZALİM ve ÇOK CAHİLDİR.


Ahmet İYİMAYA
TBMM Adalet Komisyonu Başkanı (Tüm Gazeteler, Ocak 2009)

Yapacak bir şey yok; geçmiş olsun. Geçmişte bu suçu işleyenler yılbaşından itibaren ceza almaktan kurtulmuştur…
Karşılıksız çeke ceza Anayasa’ya ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Ek 4 Nolu Protokol 1.Madde’ye aykırıdır.
Bu Ahmet İYİMAYA yani TBMM Adalet Komisyonu Başkanı iyi bir hukukçu bilinen Ahmet İYİMAYA bu sorunun çok tartışıldığı bugünlerde bu görüşlerini TV8’de Erkan TAN’ ın 10 Ocak 2011 tarihinde canlı yayında tekrarlamıştır…
Erkan TAN’ın sorularına verdiği cevapta karşılık çeke cezanın Anayasa’ya ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Ek 4 Nolu Protokol 1.Madde’sine aykırı olduğu görüşünü net olarak tekrarlamış ve derhal çekte ceza kaldırılmalıdır diye ifade etmiştir… Keza Yargının iş yükünün dahi bu meseleden dolayı kilitlenmiş durumda olduğunu belirtmiştir…

Sadullah ERGİN
T.C Adalet Bakanı (Tüm Gazeteler, 2009)

Karşılıksız çek suçunda hapis cezası orta vadede kaldırılacaktır , ancak bunun için başka düzenlemelere gereksinim vardır.(Yok böyle bir şey; yani şimdilik REHİN muamelesine devam diyor, inanamıyoruz…)
Çekte hürriyeti bağlayıcı ceza olmamalı tespitlerine katıldığımı ifade ettim. Düşünce olarak yanlış düşünce değil. Ancak, bunun önlemlerini almadan böyle bir hükmü getirir isek önümüze çıkacak çok daha mağduriyetlere yol açacak endişesindeyim… (Anlaşılan Adalet Bakanı’nın endişesi ve derdi “adalet” değil “ticaret”, kısaca; güçlüleri ikna etmeden zayıfları, düşenleri, kaybedenleri iniltilerine aldırış etmeden REHİN ve TEHDİT eden bu sistemden vazgeçemiyoruz diyor, inanılacak gibi değil!)

Ali BABACAN
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı (Tüm Gazeteler, Haziran 2009)
Çekini ödemeyenin hapse atılması uygulaması sadece Türkiye'de var. ABD'de vergi borcu nedeniyle yargılanabiliyo r. Başka yok. Ama çek ödemedin diye hapis cezası olmaz.
Karşılıksız çıkan çekte müeyyide ancak mali sicili bozucu niteliği olmalıdır…
ULUSLARARASI HUKUK SİSTEMİ BUNU KALDIRMAZ!

8 Aralık 2010 Yargıtay 10. Ceza Dairesi Açıklaması;
Yargıtay 10. Ceza D. Başkanı Mahmut GÜL 8 Aralık 2010 tarihli demeciyle karşılıksız çek dosyalarına boğulduklarını, ellerinde 160.000 adet olduğunu bunun altından kalkabilmelerin in imkânsız olduğunu açıkladı… Bu bir İTİRAFTIR, İFŞAATTIR, SKANDALI KABULDÜR…

Bendevi PALANDÖKEN
TESK Başkanı (13 Ocak 2011 Gazeteler)

Çeke verilen hapis cezaları ekonomik suça ekonomik ceza ilkesine de doğrudan aykırıdır.
Hapis cezasıyla sorunlar çözülmez, hapisteki bir vatandaş borcunu nasıl öder? Bu soruyu herkesin birbirine sorması gerekir…
Ayrıca, hapisteki vatandaşın eşi, çoluk çocuğu ne yiyip ne içecek? Aile reisini hapse atmak, aslında ailesini, çocuklarını cezalandırmak değil midir?
Bu Ülkede bunlar nasıl oluyor?
Oluyor işte!

Prof. Dr. Ersan ŞEN diyor ki; bizim hâkimler büyük bir iş başardılar; eskisiyle (3167) bile ceza verebilmelerini n mümkün olmadığı kötü bir kanunla bastılar cezaları.

Mamafih biliyorsunuz bu “kanun” (31.12.2008 de yasal dayanağı kalmayıp) “kanunsuz” kalınca, bu defa adaletli(!) hukuk adamı(!) yargıçlarımız şapkadan tavşan çıkardılar, ölüyü dirilttiler; MÜLGÂ OLAN bir cezayı, İLGÂ ETMEDİLER…

HUKUK hepten YOK OLMAZ! Nitekim HAK ve HUKUKU, ADALETİ önceleyen pek çok HUKUK ADAMIMIZ VARDIR, VAR OLACAKTIR!
Nitekim;

Şişli 3. Ve 11. Asliye Ceza Mahkemeleri ile Konya, Tavas, Trabzon ve pek çok il ve ilçe Asliye Ceza Mahkemeleri gibi kimi mahkemeler,
Sakarya, Gaziantep ve Bilecik Ağır Ceza mahkemeleri...
KANUNSUZ ve ZORLAMA BİR UYGULAMAYA ONAY VERMEDİLER!
Mayıs 2010 da yeni bir karar; Şişli 2. Sulh Ceza Mah. 3167 s. Yasa 1.1.2009 tarihinden sonra yürürlükte değildir diye beraat kararı verdi…
BU KARARLAR HUKUKUN DEĞİL HUKUKÇUNUN İTİBARIDIR!

Ülkemizde az sayıdaki böyle Hâkimlerden daha güçlü olanlar var.

Yargıtay 7. Ceza Dairesi; 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında KHK kapsamında yerel mahkemece verilen bir cezayı ONAYLAMADI…

Söz konusu ceza düzenlemesinin 31.12.2008 sonuna kadar TCK’ya uyumlu hale getirilmemiş olması ve bir anlamda mülga durumunda olan bir kanun veya düzenleme ile ceza verilmesinin mümkün olamayacağı, “kıyas yoluyla da ceza verilemeyeceği” gerekçesiyle İPTAL etti

Fakat Şubat 2009 tarihli bu YARGITAY İÇTİHAT KARARININ ruhunu, bedenini, varlığını aynı koridor içinde yer alan 10. Ceza Dairesi’nden içeriye sokulmasına MANİ OLDULAR.

Kim ne yapmışsa yapmış olsun; bu kadar açık bir hukuk, vicdan ve merhamet ihlali ile zalimane ceza vericiler asla vicdanlı ve adaletli bir iş yapmış olmayacaklardır…

HÂKİM kimdir, nedir; MUHAKEME EDENDİR değil mi? EDİYOR MUSUNUZ?
MAHKEME nedir, neredir; MUHAKEME EDİLEN YERDİR öyle mi? EDİLİYOR MU?
HÜKÜM nedir, ne değildir; VİCDANIN TASDİK ETTİĞİ HUKUKİ ve YASAL Bir SONUÇTUR değil mi? İNANIYOR MUSUNUZ?
MAHKUM kimdir, nedir; Maşeri vicdanın, Hakim Vicdanının, Hukukun Hatta Bizzat Kendisinin “SUÇLU” olduğunu kabul eden, edilen kimse değil midir? O ZAMAN VİCDANLARA SORMAK BU İNSANLAR SUÇLU MUDUR?

HUKUKUN ve HUKUKÇUNUN AMENTÜSÜ Nedir?

Ülkemizin Yetişmiş Birikimli Bunca Kıymetli İnsanı; Esnafı, Tüccarı, (KOBİ) İşletme Sahibi İşadamı “GÖRÜNMEZ BİR EL” tarafından yem olur Zayıfa, yıkılmışa, güçsüze değil; ama EKONOMİNİN DENGESİNE KULAK VERECEKLER!

ENDİŞELENMİYORLAR!
ADALET için, ÖZGÜRLÜK için, KUTSAL İNSAN ve ONURU için
KUTSAL AİLE KURUMU için, KUTSAL AİLE DEĞERLERİ için
BİR ENDİŞE OLMAYACAK,
PİYASALAR NASIL ETKİLENİR DİYE Mi, ENDİŞELENECEKLER!

EĞİP BÜKMEYLE HUKUK ZAİL OLMAZ, HUKUK YERİNDE DURUR!
ZAİL OLAN, BU ÜLKENİN HUKUKÇULARI OLUR!
Quote

Add comment


Security code


Refresh

back to top

BU GÜNLER DE GEÇECEK

ÇATLAYAN RÜYA

ÇARPITILAN BEDDUA!

ŞAHİT OL YA RAB...

Mefkure Yolculuğu