Dinlerarası Diyaloğun Dinî temelleri (3)

Dünya barışı için dinlerarası diyaloğun önemi üzerine

Dinlerarası diyalog; hem bir dine mensup farklı grupların, hem de farklı dinlere mensup insanların, inanç ve düşüncelerini birbirlerine zorla ve etik olmayan yollarla kabul ettirme girişimlerinde bulunmaksızın, ortak meseleler etrafında hoşgörü ortamı içinde konuşabilmesi, tartışabilmesi ve işbirliği yapabilmesi demektir.


Dinlerarası diyalog ne değildir? Dinlerarası diyaloğa karşı çıkan bazı kimseler, bundan tam olarak neyin kastedildiğini bilemediklerinden dolayı karşı çıkıyorlar. Onun için, dinlerarası diyaloğun ne olduğu kadar, ne olmadığı da önemlidir.

Dinlerarası diyalog; dinleri birleştirme veya bir potada eritip “yeni bir din” üretme teşebbüsü değil, tam aksine; tüm farklılıkları koruyarak herhangi bir zorlamaya girmeden hoşgörü ve anlayış içinde ortak meseleleri konuşma, müzakere etme ve işbirliği yolları arama gayretidir.

Dinlerarası diyaloğun gayesi...

Diyalog, bir taviz verme veya taviz koparma hareketi, misyonerlik faaliyeti, bir tarafın konuştuğu, ötekinin ise sadece dinlemekle yetindiği, karşılık vermediği veya veremediği monolog, münazara veya farklı din mensuplarının polemiği de değildir. Tarafların ideolojik ve sosyolojik manevraları veya karşısındakini inancında şüpheye düşürme gayretleri, diyalog için en büyük hatalardandır. Diyalog görüşmelerinde takiyyeden kaçınmak gerekir. Ayrıca, sinsi, gizli, siyasî vb. gayeler güdülmemeli, samimiyet esası benimsenmeli; “misyonerlik”in veya “tebliğ”in yeni bir metodu gibi görülmemeli ve bu çeşit îmâlar giderilmelidir.

Günümüzde, mensup oldukları dinlere bakılmaksızın bütün din adamları; savaş, terör, uyuşturucu, yoksulluk, ırkçılık, bağnazlık, başka dinden olanlara ve ibadethanelerine getirilen kısıtlamalar, çevre kirliliği, emperyalizm, savaş ve silahlanma, AIDS, aile ve toplum dokusundaki çözülmeler, kadın, çocuk, fakir ve zayıf insanların haklarının korunması, zayıflara karşı uygulanan ekonomik, ticarî, siyasî baskı ve benzeri problemlere karşı sorumluluk bilinciyle işbirliği yapmak zorundadırlar. Dillerin sevgi konuştuğu, gözlerin sevgiyle baktığı, gönüllerin sevgiyle dolup taştığı, kalemlerin sevgi yazdığı, topyekün insanların sevgi terennüm ettiği bir dünyaya, ancak bütün din mensuplarının ortak gayretleriyle ulaşılabilir. Evet, dinler arasında barış olmadan dünyada barış, dinler arasında diyalog olmadan da dinler arasında barış olmaz.

Dinlerarası diyalog ve misyonerlik ilişkisi

Diyaloğa karşı çıkanlara gelince; Türkiye’de, bilhassa son dönemde, ülkedeki misyonerlik çalışmaları basında haber yapılmakta ve çok sayıda Türk vatandaşının Hıristiyanlaştırıldığı öne sürülmektedir. (Her ne kadar, ciddi bir çalışma sonucu kaç kişinin Hıristiyan olduğu tespit edilemese bile) Bu yöndeki haber ve yorumlarda ana unsur olarak, açık veya kapalı şekilde, özellikle Fethullah Gülen Hocaefendi tarafından ilk adımı atılan ve Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı tarafından sürdürülen diyalog faaliyetleri atış hedefi haline getirilmektedir. Ülkemizde oluşmaya başlayan hoşgörü ortamıyla, içeride ve dışarıda yürütülen dinlerarası diyalog çalışmalarına kimler ve niçin karşı çıkıyor olabilir? Kanaatimize göre ancak şu kimseler karşı çıkabilir:

1. Varlıklarını ve bekalarını çatışmada, kavgada, zıtlaşmada görüp kavgayı körükleyen kişi ve kuruluşlar,

2. Hazımsızlık, sû-i zan, yanlış anlama, Allah’ın rahmet paylaştırmasına razı olmayanlar. 3. Bazı meseleleri doğru kavramamada inat eden birtakım marjinal gruplar. Evet, bunların dışındaki herkes, diyalog ve uzlaşma teşebbüslerine taraf ve destek olmaktadır. Aslında diğerlerinin de, bu işe vicdanlarında hayır demeleri mümkün değildir.

Meseleye sebep-sonuç açısından baktığımızda, hakikaten bugün Türkiye’de dinlerarası diyalog görüşmeleri başlattıktan sonra mı misyonerlik faaliyetleri başladı ve Türk gençlerinde Hıristiyanlaşma arttı? Bu soruya, insaflı ve birazcık tarih okuyan hiç kimse evet cevabını veremez. Zira misyonerlik, neredeyse Hıristiyanlık kadar eskidir ve hem dünyanın değişik yerlerinde, hem de Türkiye’de çok eskiden beri devam etmektedir. Öyleyse Hıristiyan olan Türk gençlerindeki artışı nasıl izah edeceksiniz? diyenlere, Aksiyon dergisine, din değiştiren ve Hıristiyan olan gençlerin niçin din değiştirdiklerini ve Hıristiyan olduklarını ilmî bir araştırma sonucu açıklayan Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Psikolojisi Bölümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. Ali Köse’nin tespitlerini hatırlatmakla iktifa edeceğiz.

Tercih Hıristiyanlık değil, Batılılık...

Ali Köse’ye göre; “Türkiye’de binlerce insanın dinini değiştirdiği doğru değil. 15 bin kilisenin açıldığı da abartılı. Ama az sayıda da olsa din değiştirmenin olduğu doğru.. Bazı Türk gençleri için Müslüman olmak, Türk olmak, bu toprakların insanı olmak tatmin edici gelmiyor. 11 Eylül’den sonra Müslüman eşittir terörist imajı oluştu. Dolayısıyla, Müslüman olmak evrensel anlamda övünülesi bir olgu olmaktan çıktı. Gençler problemler yığını olarak karşılarına çıkan bir dini benimsemek istemiyor. Dolayısıyla gençlerin din değiştirmesi, dinî tercihten ziyade yaşam tarzını değiştirmektir. Hıristiyan olmak kişinin zihninde Yeşil Kart’a sahip olmak gibi bir önem arz ediyor.. Din değiştiren Türk gençlerine baktığınız zaman yeni dinleriyle alâkalı bilgilerinin çok olmadığını görürsünüz. Tercih ettikleri Hıristiyanlık değil, Batılılıktır. Zaten yıllardır Batılılaşma amacında olan ve bunu bütünüyle gündemde tutan bir toplumuz. Doğal olarak din değiştirme bu işin son noktasıdır. Kimlik parçalanması, bulunduğu toplumun kültürel, sosyal ve belki ekonomik yapısıyla bütünleşememe gibi faktörlerin yanında yanlış din eğitimi de gençlerin din değiştirmesinde etkili oluyor.

Yine Ali Köse’ye göre; ..Benim tezim şudur: Hıristiyanlığı Kenyalılar sunsaydı kimse Hıristiyan olmazdı. Dolayısıyla tercih din değil, Batılılıktır… Dünyada değişik dinlere geçenler üzerine yapılan araştırmalarda ortaya çıkan verilere göre kendi toplumunda mutlu olamayanlar kendisini daha mutlu hissedeceği bir yapı arayışına giriyor. Kendi toplumuyla özdeşleşmemiş kişiler kolay din değiştiriyor. Gençler, yeni kimliğiyle daha mutlu olacağını umarak din tercihi yapıyor. Bir başka noktadan da bakıldığı zaman din yani İslam, çok yük getiren bir din gibi gözüküyor. Bunda yanlış din eğitimi de etkili. Cezalandırıcı tanrı imajı karşısında sevgi dini olduğunu arz eden bir din var.”

Allah’a ve Resûlü’ne (sas) îman etmeden cennete girilir mi? “De ki: “Ey ehl-i kitap, sizinle bizim aramızda aynı olan bir kelimeye gelin: Allah’tan başkasına ibadet etmeyelim ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım; Allah’ı bırakıp da, kimimiz kimimizi rabler de edinmesin.” (Âl-i İmrân, 64) Bu âyete Müslüman Arap âlimler, hıvâr (diyalog) âyeti demektedirler. Sadece bu âyete bakarak hüküm veren bazı kimseler, yanlış hüküm vermektedirler. Çünkü âyetin mazmununu, muhtevasını, çizdiği rotayı iyi kavrayamadıklarından, sadece Allah’a inanan, ama tarîk-i Ahmediye dışında gidenlerin bile cennete gireceğini iddia etmeye başlamışlardır. Halbuki, âyetler dikkatlice tetkik edildiğinde anlaşılacaktır ki, -mevzumuz olan bu ayette de görüldüğü üzere- ehl-i kitab’ın önüne köprüler konup, kapılar gösterilmekte, kapıdan girildikten sonra neler yapılacağı ise burada değil, başka ayetlerde tasrih edilmektedir.

Dolayısıyla hiç kimse sadece bu ayete bakarak, ehl-i kitap, Budistler veya başka din mensuplarının Allah’a iman ettikten sonra, Peygamberimiz’e îman etmese ve O’nun (sas) yolundan gitmeseler bile cennete girerler, diyemez. Yani Bediüzzaman’ın da dediği gibi “Muhammedürrasûlullah” demeden mücerret “Lâ ilâhe illallah” cennete girmek için kâfî değildir (26 Mektup, 5 Mesele) . Çünkü, bu nev’i âyetler, onları Hz. Ahmed’in yoluna davet içindir. O yola girildikten veya O’nun kasrının kapısından içeri girildikten sonra, artık O’nun çizgisinin takip edileceği izahtan varestedir. İslâm’ı ve Kur’ân’ı iyi anlamak için, Kur’ân’a ve Sünnet’e bir bütün olarak bakabilmek, parçaları bu bütünün içinde mütalaa edip, her birini yerli yerine oturtmak şarttır. (bkz. M. Fethullah Gülen, Kur’ân’dan İdrâke Yansıyanlar, İstanbul 2000, I,109-113) Kur’ân-ı Kerim âyetlerinin emrettiği, Peygamber Efendimiz (sas) ve O’ndan sonraki Müslümanların hayatlarında tatbîk ettiği diğer din mensuplarıyla diyalog, bugünkü Müslümanların da yapması gereken önemli bir iştir. Dinlerarası diyalogda esas gaye, diyalogda bulunduğumuz kişilerin bizim dinimize geçmesi değildir. Onun için, diyaloğa girdiğimiz kimseler, bizim dinimize girmiyor diye diyalogdan uzak durulmaz. Çünkü, diyalog görüşmeleri neticesinde böyle bir şey olmasa bile, arada dostluğun oluşması da büyük bir kârdır. Diyalog görüşmeleri uzun vadeli çalışmalardır. Aceleci davranıp, ciddi bir şey elde edilmiyor, bir faydası yok diye hemen vazgeçilmemeli ve sabırla devam edilmelidir. Zira din mensuplarının ve hiçbir dine mensup olmayanların güçlerini, kavga ve düşmanlıkta harcayacaklarına, böyle müspet şeylerde harcamaları elbette ki daha faydalıdır.

Medeniyetler çatışmasından, dünya barışına

Dinlerarası diyalog görüşmeleri neticesinde, bize saygı gösteren diğer din mensuplarına karşı, bize saygı gösterdikleri sebebiyle biz de onlara saygı gösterelim demek doğru değildir. Çünkü biz Müslümanlar, dinimizin emri olarak herkese karşı saygılı oluruz. Eğer biz, bugün, yarın herkese dinimizin gereği saygılı davranırsak, yarın veya daha sonrasında diğer din mensupları da bize karşı saygılı davranmaya başlayacaktır. Böylece din mensupları arasında ve bütün dünyada barış meydana gelecektir. Bundan da elbette ki, sadece dindarlar değil, bütün dünya insanları istifade edeceklerdir.

Dinlerarası diyalog görüşmelerini “yıllarca İslam’a, Kur’ân’a, başkaldırmış, düşmanlık etmiş insanlarla dostluk kurma” diye tenkit edenler olabilir. Hâlbuki bu İslâmî bir düşünce ve bu düşüncenin hayata yansımasından ibarettir. Allah Resûlü (sas) , yıllarca kendisine her türlü işkence yapan Ebu Cehil’i ve onun gibi nicelerini defalarca karşısına alıp muhatap olarak kabul etmiştir. O halde bugün dinlerarası diyalog vesilesiyle görüşülüp, konuşulan bu insanlar -kaldı ki çokları Allah’a olan inançlarını izhar ediyorlar- yüzünden, İslâmî nasslarla te’lif edilemeyecek tenkitler yapmanın hiçbir manası yoktur. Bu aslında İslam’ı tam anlamıyla özümseyememenin bir ifadesidir. Hatta diyalog görüşmelerinde bulunan bir kimse, “Bu tavır, bu tarz, bu üslûp benim kendi tavrımdır.” dese ukalâlık etmiş, İslam’ın getirdiği evrensel kaideleri kendisine mal etmiş olur. Onun için bir Müslüman, bugün bir ateistle de karşıalsa, aynı şekilde davranmalıdır. Bu katiyen takiyye de değildir. Aksine İslâmî tavır ve düşüncenin ortaya konuluşudur.

Bu cümleden olarak, ilâhî ve evrensel dinin tebliğ ve temsil erleri, muhatabı olan Hıristiyan, Yahudi ve diğer din mensuplarıyla, hatta ateistlerle bile diyaloğa girmeli ve onlara sert davranmamalıdırlar. Mesela şimdilerde, değişik din mensupları, Müslümanlarla böyle bir temasa geçme çabası içindedir. Böyle bir çabada onların gerçek niyetleri ne olursa olsun, zâhirî durumdan hareketle dünya barışı adına bu fırsat mutlaka değerlendirilmelidir. Tarihî hadiseleri, tarihsellik çukuru içine gömerek, hiç mevzubahis etmeden, onları kendilerini tarif ettiği konumları içinde kabullenmek suretiyle, belki de tarih boyunca gerçekleşmeyen ortak değerler etrafında bir birleşme gerçekleşebilir. Yeter ki biz, bize düşeni, belli yol ve yöntem içinde yapabilelim.

Gelecekte uzaklar daha da yakın olacak ve dünya küreselleşerek, bir köy haline gelecektir. Dolayısıyla Hıristiyan, Yahudi, Budist ve ateist demeden her kesimden insanla münasebet kurmak ve onlarla bir diyalog ve anlaşma zemini aramak şimdiden kaçınılmaz görünmektedir. Dinlerarası diyalogdan kaçınmak, dindarlara büyük bir vebal yükler. Siyasilerin, insanların geleceğini kana ve savaşa boğmak maksadıyla, diyaloğa değil savaşa ve çatışmaya yönelik, medeniyetler çatışması gibi teoriler ürettiği bir ortamda, dindarlar, bugün çok zayıf bir ışık da olsa, fakat gelecekte aydınlığın ve barışın hakim olmasına yönelik bu tür çalışmalara destek vermelidirler. Eğer diyaloğun alt yapısını hazırlamaz ve gereken önlemi almazlarsa, o zaman Huntington’un insanların geleceği adına ürkütücü teorisi, meşruluk kazanmış olur.

 

Add comment


Security code


Refresh

back to top

ARAMA

ARŞİV İÇERİK TAKVİMİ

« April 2024 »
Mon Tue Wed Thu Fri Sat Sun
1 2 3 4 5 6 7
8 9 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30          

Herkül Nağme

Herkül Nağme..Ezcümle, M. Fethullah Gülen Hocaefendi'nin bütün eserlerinin, sohbetlerinin, şiirlerinin hep bu nağmeyi terennüm ettiğini söylemek pekâla mümkündür...

BU GÜNLER DE GEÇECEK

ÇATLAYAN RÜYA

ÇARPITILAN BEDDUA!

ŞAHİT OL YA RAB...

Mefkure Yolculuğu