Yanlış adamlara savaş açtınız!
- Written by Ali Çolak, Zaman
- font size decrease font size increase font size
- Add new comment
Geçenlerde, bir arkadaşım, can dostum aradı. "23 yıl sonra ilk kez arabasız kaldım." dedi. "Hayrola, kaza mı yaptın?" "Hayır, sattım arabayı, parasını Bank Asya'ya yatırdım." Konuşamadım, burnumun direği sızladı. Sonra öğrendim ki, insanlar fabrikasını, evini, arabasını, bileziklerini satıyor, başka bankalardan kredi çekiyor; devletin batırmak için her yolu denediği bir bankayı kurtarmak için para yatırıyormuş. Birileri kurtuluş savaşı demişti ya, asıl kurtuluş savaşı şimdi, burada veriliyor. Millet, devlet kılığına bürünüp hukuksuzluğu ahlak edinmiş bir zümreye karşı varını yoğunu satıp mertçe direniyor.
Sabah, gazetede hüzünlü bir haberle karşılaşıyorum. Bir öğretmen hanımefendi vefat etmiş. Yakında hacca gidecekmiş. Hep dermiş ki, "Hizmet'e zarar geleceğine bana gelsin!" Bu ülkede, böyle milyonlarca insanın var olduğunu biliyorum; onların nefeslerini, mırıltılarını, kan kusup 'kızılcık şerbeti içtik' deyişlerini duyar gibiyim. Bendeniz, o yürekli insanlara hayranlık duymaktan başka fazileti olmayan bir Ademoğlu olarak, onların bu asil direnişini anlatmanın bir insanlık görevi olduğuna inanıyorum. Onların acısını dindirecek, yollarına serecek bir şeyim yok. Sadece sözcüklerim var. Maruz kaldıkları bu imha hareketini tarihe not düşmeyi görev biliyor ve onlara bu zulmü uygulayanlara diyorum ki:
Efendiler, yanlış adamlara savaş açtınız! Onları korkutamazsınız, yıldıramazsınız. Vergi denetimiyle, soruşturmayla, müessese kapatmakla, hapisle, ölüm tehdidiyle onları yok edemezsiniz. Çünkü onlar, bırakın dünya nimetlerine gönül düşürmeyi, 'manevi füyûzat hisleri'nden bile fedakârlık yapmayı ilke edinmişler. Cennete çağrılsalar, "Durun, şurada biraz daha hizmet edeyim, elinden tutulacak çocuklar var, biraz daha müsaade ediverin!" diyecekler. Onların arasında, oturdukları sofrada 'kardeşim daha açtır, o doysun' diyerek kaşığını tabağa boş getirip götüren insanlar vardır. Siz bunları bilemez ve anlayamazsınız. İşte bu yüzden, yanlış adamları seçtiniz, bu savaşı kazanamazsınız.
Bakın neler neler yaptınız, ne canlar yaktınız, ne köprüler yıktınız da dokuz aydır ocaklarını söndüremediniz...
1) İlmine, faziletine, Allah'a yakınlığına inanıp gönül verdikleri, çoğunun yarım asırdır tanıdığı halde Allah rızasına ve millet menfaatine aykırı bir tek davranışına ve sözüne şahit olmadığı fikir önderlerine, yeryüzünde kimseye reva görülmemiş hakaretleri ettiniz. Kırıldılar, gücendiler, geceleri alınlarını secdeye koyup gözyaşı döktüler fakat asaletlerini yitirmediler. İçten içe kan ağlayıp sustular. İsyana, fitneye, kargaşaya başvurmadılar.
2) 75 yaşına gelmiş ve altmış yıldır bütün faaliyetlerini dünyanın gözü önünde sürdüren, milyonların gönül verdiği bir din âlimine "yalancı peygamber, âlim müsveddesi, örgüt şefi..." gibi şeytanın bile cesaret edemeyeceği sıfatlarla hakaret ettiniz. O, sustu. Bir gün konuştuğunda, "Kimselere aldırmadan yolunuza devam edin" diyordu. Öyle yaptılar, zulümlere 'eyvallah' deyip yürüdüler.
3) Kendilerini Allah yoluna ve millete adamış milyonlarca insanı "haşhaşi, ajan, sülük..." gibi iftira ve hakaretlerle karaladınız. Seçim meydanlarında yuhalattınız; şaşırdılar, gücendiler ve fakat sustular. Çünkü yalanın ve iftiranın bu derecesine verilecek bir cevap bilmiyorlardı.
4) Dünyanın en gülünç kandırmacasıyla (dönüştürme) ülkenin en başarılı öğretim kurumları olan dershanelerini kapatan bir kanun çıkardınız; isyan etmediler. Hakikati dile getirerek ve hukuka müracaat ederek direndiler.
5) Anadolu insanının bütün maddi varlığını ve ruhunu vererek dünyanın 160 ülkesinde açtığı okulları, Türkiye'nin dünyadaki biricik markası Türk okullarını kapattırmak için elinizde dosyalar, ahlaksız tekliflerle kapı kapı dolaştınız. Bunu bildikleri halde kalp ağrılarına katlanıp sustular... Yeni okullar açmanın yollarına baktılar. Milletin gurur kaynağı Türkçe Olimpiyatları'nı öz yurdunda engellediniz; gurbetlerde yaptılar ve sustular; çünkü şikâyete değil, hizmete memurdular.
6) Vicdanı, hukuku ve evrensel değerleri ayaklar altına alarak bütün ülkede memurları, işadamlarını, şirketleri fişlediniz. Düşmanlaştırdığınız işadamı derneklerine mensup küçük esnafın bile defterlerine el koyup onları tehdit ettiniz, hukuksuz incelemeler başlattınız; umursamadılar. Küçücük kasabalarda bile kadınların kermeslerine izin vermediniz, zabıtaya emredip dağıttırdınız. Sustular, çünkü böyle bir zulme nasıl cevap verileceğine dair tecrübeleri yoktu.
7) Elinizde hiçbir delil olmadığı halde, on binlerce polis, savcı, bürokrat ve memuru, onlarla irtibatlı oldukları safsatasıyla ülkenin bir ucundan öbür ucuna sürdünüz. Aşağıladınız, açığa aldınız, meslekten attınız. Sustular... Çünkü aldıkları terbiye başka türlüsüne müsaade etmiyordu.
8) Gazetelerine, televizyonlarına, radyolarına reklam veren şirketlere baskı yapıp reklamları kestirdiniz. 'Bu da geçer ya hu!' deyip vakarlarını bir an bile terk etmediler.
9) Gizli kapaklı tahsislerle değil, yasal yollarla, parasını ödeyerek sahip oldukları üniversite arazilerini orman kanunlarını uygulayarak geri aldınız; hukuka başvurup, asilce sustular.
10) İnşaatı bitmek üzere olan okullarını mühürletip arazilerini geri aldınız. Yıllardır eğime devam eden, başarılarıyla ün salmış okullarını, yurtlarını, pansiyonlarını küstahça kapattınız, sustular. Hukukla çıkış yolu aradılar ve kazandılar.
11) Gece yarılarında "emir büyük yerden" diyerek dershanelerinin, okullarının vergisi ödenmiş tabelalarını indirdiniz; gülünç buldular, acıdılar zavallı halinize. Hakikati dile getirip hukuka başvurmaktan öte bir adıma tenezzül etmediler.
12) Çocukça oyunlar ve uydurma gerekçelerle okullarının bahçesinden yol geçirdiniz; acı bir tebessümle yüzünüze bakıp, sizi Allah'a havale ettiler.
13) Anayasanın eşitlik ilkesini ayaklar altına alıp milletin vergilerinden özel okullara verdiğiniz teşvik listesinden okullarını çıkardınız; asaletle ve istiğnayla karşılayıp umursamadılar.
14) Dokuz aydır, evet tam dokuz aydır, emrinizdeki 8-10 gazeteye her gün yalan manşetler attırarak milyonlarca insanın haysiyetiyle oynadınız, tekzip ve hukuk yoluyla hakkını aramak dışında bir eyleme girişmeyip sabrettiler.
15) Tartışmalı yollarla el koyup yandaşlarınıza peşkeş çektiğiniz medyaya yerleştirdiğiniz üçüncü sınıf kiralık kalemlere yeryüzünün en kirli yazılarını yazdırdınız; sustular... Çünkü yalanın böylesiyle hiç karşılaşmamışlardı.
16) Emrinizdeki onlarca televizyon kanalını 24 saat bir yalan ve iftira makinesi gibi işleterek, bulabildiğiniz ne kadar müfteri, haysiyet celladı, şöhret düşkünü, gözbağcı, eşik bekçisi, ikbâlperest ve vicdan fukarası varsa kin kusturup iftira attırdınız; acıyla gülümseyip sustular... Sustular, çünkü onlarla aynı düzeyden konuşmayacak kadar asildiler.
17) Besleme medyanızın karanlık kalemleri vasıtasıyla neredeyse Haçlı Seferleri'nden bugüne yeryüzünde işlenmiş bütün kötülük ve cinayetleri, hayatları boyunca bir çakı bile taşımamış insanlara yamamaya kalktınız; hayretler içinde, dertlerini yalnız Allah'a anlatarak sustular. Sustular, çünkü böyle bir çıldırmışlığa cevap vermek, hakikate saygısızlık olurdu.
18) Milletin tertemiz sermayesiyle kurulmuş bir bankayı batırmak üzere bütün Bizans oyunlarına, sihirbazlık gösterilerine ve benzersiz savaş hilelerine başvurdunuz. Bunu açıkça, bütün dünyanın gözü önünde yaptınız. Böylesine bir canavarlık karşısında bile sözün ve hukukun dışında hiçbir adım atmadılar.
19) Bir sivil toplum kesimine, düne kadar seçmeniniz olan mü'min ve mütevekkil bir kitleye, dünya tarihinin görüp göreceği en kuralsız, en süfli, en bayağı savaşı açtınız. Tek taraflı bir savaştı bu. Çünkü karşınızdakiler savaşçı bir topluluk değildi ve savaşmayı bilmedikleri gibi kendilerini korumak için ellerinde söz'den ve hukuktan başka bir malzeme de yoktu. Ve siz, dünyanın en gelişmiş savaş araçlarıyla ülkeyi tarumar ettiniz, taş üstünde taş bırakmadınız. Aileleri yıktınız, insanları birbirine düşman ettiniz; babayı evlattan, kardeşi kardeşten ayırdınız. Komşuyu komşuya düşman ettiniz. Camileri bile siyaset meydanı gibi kullanmaktan, insanları Allah'ın kıblesine çağıran imamları propaganda ve yalanlarınıza ortak etmekten çekinmediniz.
20) Sırf savaş açtığınız topluluk yayımlamasın diye, hiçbir ceberut rejimin baş edemediği Risale-i Nur'lara iliştiniz ve çağın Kur'an tefsirinin basımını engellediniz. Bu camiayı yalnızlaştırmak uğruna, ömrünüz boyunca hazzetmediğiniz Bediüzzaman Hazretleri'ni ve bir satırını bile okumadığınız Risale-i Nur'ları seçim meydanlarında kullanmaktan ar etmediniz.
21) Dokuz aydır, bütün meşru ve gayrimeşru imkânlarınızı seferber ettiğiniz halde hukuksuz ve çürük hiçbir faaliyetlerini bulup çıkaramadığınız camiayı iftiralarla itham etmeyi, milyonların günahına girmeyi, taraftarlarınızı gıybet, iftira ve günah deryasına sürüklemeyi sürdürüyorsunuz. Muhataplarınız, bu büyük fırtınanın önünde Hakk'a dayanıp, asaletle susuyorlar.
Efendiler! Bütün bunları reva gördüğünüz gönüllüler topluluğu, her şeye sustu, her hakaretinize katlandı, söz'ün, hukukun ve duanın gücüne başvurmaktan öte hiçbir eyleme tevessül etmedi. En doğal ve yasal hakkı olduğu halde hiçbir protestoya, bir oturma eylemine bile girişmedi. Çünkü böyle bir gelenekleri yoktu. "Onlara bu ilçede hayat hakkı tanımayacağım" diyen belediye başkanınızın kapısına bir siyah çelenk bırakmaya bile tenezzül etmediler. Kendisine iftiraların en korkuncu atılan Hz. Aişe validemiz gibi susup, Allah'ın kendileriyle ilgili hükmünün gelmesini, masumiyetlerinin gökler katından tescil edilmesini beklemekten başka yola iltica etmediler.
İşte, bütün bunlardan sonra diyorum ki, yanlış adamlara savaş açtınız. Korkunç bir cinayet işlediniz, işliyorsunuz. Varsa suça karışmış insanları bulup cezalandırmak yerine masum bir kitleyi, milyonları hedef aldınız. Kalpler kırıp ocaklar söndürdünüz. Nifak tohumları ekip büyüttünüz. Fakat başaramadınız, başaramayacaksınız. Masumlarla savaşan, kaybetmeyi göze almış demektir. Bu savaşı hiçbir zaman kazanamayacaksınız. Çünkü bir camiayla değil, evrensel hukukla, uygarlık değerleriyle savaşıyorsunuz, asıl bunları yok etmek istiyorsunuz. Kötülüğü bir zümreye değil, bütün bir halka yapıyorsunuz. Milletin bütün yerleşik değerlerini yerle bir ediyorsunuz. Diz boyu günahlarda yüzüyorsunuz. Gelin, vazgeçin! Bu mazlum milletin kimyasıyla daha fazla oynamayın. Bir şirkete çevirdiğiniz devletin kaymağını daha fazla yiyebilmek için asil bir milletin geleceğini heba etmeyin. Bir gün sizin de doğal ömrünüz tamamlanacak. Ki bu, siyasetin fıtratında var. Makamlarınızdan ayrılıp gidecek ve unutulacaksınız. Fakat yaptıklarınız unutulmayacak, tarih kitaplarına geçecek, yüzyıllarca zulmünüzle anılacaksınız.
Size hatırlatırım: Emile Zola, özgürlükler ve hukuk üzerine, tarihe bir deniz feneri gibi bıraktığı Dreyfus davasındaki o ünlü "Suçluyorum" metninde şöyle diyordu: "Gerçek yeraltına hapsedildiğinde, orada birikir, orada öyle bir patlama gücüne kavuşur ki patladığı gün kendisiyle birlikte her şeyi havaya uçurur."
Gerçekleri ebediyen saklayamazsınız! Gerçeklerden korkunuz. Pek yakın bir gelecekte, büyü bozulacak, bütün sırlarınız ortalığa dökülecek. Artık sadece boğmaya azmettiğiniz o camia değil, bütün bir toplum uyandı, uyanıyor. Özgürlüğüne ve haysiyetine düşkün bütün insanlar; helal lokma peşinde koşanlar, alnı ak yaşamak isteyenler, kapı kulluğuna isyan edenler... İnsanlık onuru taşıyan herkes ruhunuzdaki karanlığı ve ellerinizdeki kiri gördü. Gerçek, bir bomba olup patlayacak ve siz, halka karşı giriştiğiniz bu arsız savaşı kazanamadan silinip gideceksiniz. Anlayın ve artık zulümden vazgeçin, hakikat asla yenilmez!