Logo
Print this page

Temelsiz iddialar kalıplaşmış önyargılar

Beğenerek takip ettiğim bir gazetenin pazar günkü nüshasında bir Fethullah Gülen ve Hizmet Hareketi yazısı gördüm. Bazı bilgi yanlışlıkları ve yanlış anlamaları düzeltme adına, yıllardır hareketle ilgili akademik çalışmalara imza atmış ve bu tip çalışmaları yakından takip etmiş birisi olarak bir katkıda bulunmak istiyorum.

Öncelikli olarak, yazarın Gülen'i anlamaya çalışması ve onu eleştirel gözle okumaya tabi tutması teşvik edilmesi gerekir diyebilirim. Cevap verdiğim yazıyı burada zikretmiyorum çünkü yazıdan anlaşılan o ki makale sahibi konuya, bilimsel açıdan, vâkıf değil.

Sıkça tekrarlanan bilgi yanlışlıklarına kısaca temas etmeyi, bir ismi zikredip olayı kişiselleştirmeye ve polemik yapmaya tercih ediyorum.


Fethullah Gülen


Her şeyden önce şunu belirtmek gerekiyor. Sayın Gülen gibi önemli bir figürü anlayabilmek için sayısı 34'e ulaşmış kitaplarını okumak ve hakkında çıkan bilimsel makale, tez ve kitaplara vâkıf olmak gerekmektedir. Aksi takdirde tam sayfa gazete yazınız, temelsiz iddialar ve mesnetsiz önyargılara kurban gider. Yorum hatası bir yana, bilgi hatası yapılan bu yazıya kısa değinmeler eşliğinde cevap vermekte fayda var sanırım.

Yazı "Bir çeşit McCarthy dönemine giriyoruz" diye başlıyor ve konunun Gülen'le bağlantısı "Gülen acaba bu konuda ne düşünüyor" diye kuruluyor ama oluşturacağı algı acaba bu kadar mı? Daha sonra yazı "ülkenin güvenlik bürokrasisinde Gülen Hareketi'nden gelenler egemen" diyor. Polisle ilgili iddiaları duymuştuk ama güvenlik bürokrasisi sadece polisi değil, jandarmayı, orduyu ve hatta sahil güvenliği de kapsar. Yazı bu hali ile spekülasyonların çerçevesini bayağı genişletmiş. Bunu tabii ki hiçbir delil emaresi ya da muteber bir kaynak sunmadan yapıyor.

Gülen'i yazarın çabasının aksine, devletçilik, milliyetçilik, İttihatçılık gibi kavramlarla anlamaya çalışmak çok zor. Dünyanın 130 ülkesine ulaşmış ve her türlü kapitalini (sermaye-insan-sosyal) farklı farklı ülkelerdeki sivil toplum, eğitim ve diyalog faaliyetlerine yönlendirmiş bir hareketi devletçilik ya da milliyetçilikle izah etmek mümkün değildir. Hareketin içinde artık pek çok farklı milletten hatta dinden gönüllülerin bulunması da devletçilik ya da milliyetçilik argümanının izah edemeyeceği sosyal bir gerçekliktir. Bu alandaki akademik literatür milliyetçilerin ya da devletçilerin böyle bir projelerinin olamayacağını göstermektir. Yazar, Gülen'in "devlet yorumlarında açık bir Gazali etkisi görülür. Gülen'e göre devletsizlik kargaşadır, istikrarsızlıktır. O otorite, adaletsiz ve zulmeden bir iktidar olsa bile (hatta sosyalist bir iktidar bile olsa), hiçbir durum asayiş ve nizamın bozulmasından kötü değildir" demektedir. Her şeyden önce, İslami ilimlere vâkıf olanlar bunların spesifik olarak Gazali'ye ait görüşler olmadığını hemen fark edeceklerdir. Bunlar Sünni gelenekteki genel görüşlerdir. Üniversitede okuttuğumuz siyasal düşünce tarihi derslerinde de düşünürlerin ezici çoğunluğunun -mesela Hobbes'u, Locke'u hatırlayın- toplumların düzeni için devletin gerekli olduğunda hemfikir olduklarını öğretiyoruz. Komünistlerin bir devletin tebahhur etmesi ütopyası vardır ama bu aşamaya Marx'ın öngörülerinin aksine hiçbir sosyalist devlet geçmeye çalışmamış, hatta tam tersine Batı'daki kapitalist devlete göre daha ezici "leviathan"lar [devleti simgeleyen dev canavar] olmuşlardır. Kısaca, dirlik ve düzen için, kaosa ve mafya adaletine karşı Gülen'in devleti tercih etmesi ekstrem bir görüş değildir ve ifadenin Mecelle'cesi ile "ehveni şerreyn ihtiyar olunur" İslami kaidesi ile uyumludur. "Devletsiz de olur" diyenlerin uygulanan bir model göstermesine kadar da bu düşünce devam edecektir. Bunu demekle birlikte, devlet Gülen'in defaatle belirttiği gibi asla kutsal değildir, sonuçta insan yapımıdır. Devlet insanlardan oluşur ve peygamberler hariç insan hata yapar. Ayrıca, Gülen, devlete mutlak itaati savunmamıştır. İllegaliteye karşı olmuştur ama sivil itaatsizlik ya da hareketi çalışan bazı akademisyenlerin tespit ettiği katılımcı direnç (participant resistance) örneği sayılabilecek davranışlar sergilemiştir. Mesela, 1971, 1980 ve 28 Şubat darbelerinden sonra devletin kendisinin üzerine gelmesine rağmen, doğru bildiği çizgiden sapmamıştır. Yazar, bu konuda ayrıca, "Gülen'e göre her fert, (...) devletin ayrılmaz bir parçasıdır ve onun yaptığı, yapacağı her şey devlet adınadır. Üstelik hangi konu olursa olsun devlete sorulmadan hareket etmek yanlıştır ve devletten mutlaka tasdik alınmalıdır" diye yazıyor. Bireyin yapacağı her şeyin devlet adına olması Gülen'in düşüncesine, daha doğrusu İslami iddiaya aykırıdır. Burada görev yapanların ya da okul açanların devlet yetkilileri ile istişare etmeleri kastediliyor olabilir ancak yazar kaynak belirtmediği için cümle sanki Gülen "bireyin nefes alış verişi bile devlet adınadır" diyor gibi anlaşılıyor.

Yazar, Gülen için "Otorite ve devlet sevgisi yüzünden" ifadesini kullanıyor. Devlete karşı isyanı savunmamak başkadır, devlet sevgisi başkadır. Ki, bu topraklarda, dindarlar keşke isyan etseler (etseler de başlarını ezsek) anlayışında olan pek çok kudretlinin varlığı şoke edici bir bulgu değildir. Böyle bir ortamda, yapılan tüm baskılara rağmen, Gülen'in sabrı tavsiye ederek, sevenlerini daha da çok ezdirmemiş olması takdir edilmesi gereken bir stratejik deha göstergesidir. Son Dersim tartışmaları da devletin ne kadar gaddar olabileceğini göstermesi açısından bu tavrında Gülen'i bir kez daha haklı çıkarmıştır. Sonuçta, söz konusu olan kendi nefsi değil, binlerce sevenleridir. Yazar, Gülen için, 12 Eylül 1980 sonrası dönemde darbeyi destekleyici açıklamalar yapmıştır diyor. Evet, pek çok kişi 1970'lerdeki terör olaylarından sonra 1980 darbesi bunları durdurunca rahatladıklarını belirtmişlerdir. Ayrıca, şimdi paranoya gibi gelse de o zamanlar, ciddi bir Sovyetler tehdidi vardı ya da insanlar böyle inandırılmıştı. Sovyetlerin Doğu Avrupa'daki yayılışı da bu korkuların yersiz olmadığını göstermiştir. 1946'da demokrasiye geçişimizin en önemli sebebi de Sovyetler korkusudur. Hasan Cemal gibi tanıkların şahitliği ile 1970'te Madanoğlu-Avcıoğlu cuntasının Baasçı bir rejim planladığı da biliniyor. Bu tür durumlarda, Türkiye'yi çizgisinden çıkaracak bir Sovyet-yanlısı darbedense, demokrasiye tamamen sırt çevirmeyecek bir darbenin ehven görülmesinde şok edici bir tutum yoktur. Sonuçta, Gülen, demokrasi ile darbeyi karşılaştırıp da, "darbe iyidir" dememektedir. Daha korkunç bir alternatife göre, zaten başa gelmiş olan bir darbe ile çatışmayı devletin cebbar ve kahhar olduğu bir iklimde rasyonel bulmamaktadır.

Yazar sıkça tekrar edilen ve her defasında Gülen tarafından yalanlanan bir yanlışı hiçbir kritiğe ya da karşı cevaba yer vermeden aynen almış: "Gülen, izleyicilerine devleti ele geçirmelerini tavsiye eden kasetleri çıktığında ülkeyi terk etmek zorunda kalır". Öncelikli olarak, kasetler çıktığında Gülen zaten yurtdışında idi. İkincisi ve daha önemlisi, Gülen hep o konuşmanın montajlandığını iddia etti. Üçüncüsü, Gülen, o konuşmayı 28 Şubat döneminde dindar oldukları için elenmeye çalışılan devlet memurlarına yaptığını ve "kendinizi bu adaletsiz insanlardan koruyun" dediğini defalarca açıkladı.

Yazar, Gülen'in "İttihatçı-Kemalist Türk milliyetçiliğinin tek tipleştirme politikalarından habersiz" göründüğünü iddia etmektedir. Hizmet hareketinin kendisi bu dönem politikalarına somut bir reddiyedir. İyi bir Gülen okuyucusu, Gülen'in modern Türkiye tarihini çok iyi bildiğini; Selçuklulara ve Osmanlı'nın altın çağlarına vurgu yaptığını ve onların hoşgörüsünden bahsettiğini, İttihatçıları hiçbir zaman benimsemediğini bilir. Yazarın göstermeye çalıştığının aksine Gülen'in yazı ve konuşmalarının hiçbirinde tek tipçi, ırkçı ya sınıfsız toplum düşüncesinde olduğuna dair bir şey yoktur. Harekette pek çok Kürt vardır ve Gülen'in Kürt sorununa nasıl baktığı da sır değildir. Yazarın, Gülen'in ahlak, sosyal yardımlaşma, diğerkamlık gibi fikirlerinin Gülen'in neredeyse hiç referans vermediği İttihatçı ve daha sonradan Kemalist Ziya Gökalp'a dayandığı intibaı vermesi de anlaşılabilir değildir. Zaten İslam'da sosyal dayanışmanın çok önemli olduğunun göstergesi olan sadaka ve zekâtı da Ziya Gökalp icat etmemiştir. Aynı şekilde toplumun ahlaklı ve terbiyeli olması da İslam'ın en başından beri hedeflediği bir çizgidir. Yazarın son derece indirgemeci bir yaklaşımla, "Gülen Hareketi'nin yıllardır kıyasıya eleştirdiğim Kemalizm'den tek farkı, sivil değil dinsel bir toplumsal mühendislik projesi olması" demesi de özellikle hareket üzerine çalışmaları bulunan pek çok sosyal bilimciye şaşırtıcı gelecektir. Gülen'in Hizbullah'a yumuşak bir tavır almış olması asla doğru değildir ve Zaman Gazetesi o günlerde "Hizbulvahşet" manşeti ile çıkmıştır.

Yazı "Gülen'in okumuşlara hitap eden kitaplarındaki görüşleriyle, video konferanslarındaki görüşleri arasında ciddi farklılıklar var" iddiasında bulunuyor ama bu iddia somut örneklerle desteklenmemiş. Ayrıca, Gülen'in pek çok kitabı zaten konuşmalarının yazıya dökülmüş hali. Yani, yazarın iddiasının aksine Gülen'in konuşmaları da kitapları da aynı kesime hitap ediyor.

Yazıdaki, Gülen'in "gökyüzünü de fethetme" hedefinin askerî fetih olarak anlaşılmayacağı açıktır. Bu, tüm kalplere ve gönüllere tebliğle değil iyi temsille girme hülyasıdır. Gülen'e göre cebirle insanları ancak münafık yaparsınız. İran Devrimi'ne sıcak bakmamış olmasının en önemli sebebi de budur.

Yazar, "Gülen düşüncesinde "birey" değil "fert" vardır" cümlesini yazıda iki defa kullanıyor. Acaba, fert kelimesinin bizim bilemediğimiz ancak yazarın bildiği ezoterik bir anlamı mı var? Gülen'in anlayışına göre ki genel İslam anlayışı böyledir, insan hür (cüz'i) irade sahibi olan, direkt Rabb'ine karşı sorumlu, dünyaya test için gönderilmiş bir bireydir ve bu, kadın-erkek herkes için geçerlidir. Yazar, Gülen'in "cemaat dışında yaşamak insanı günaha sokar, şerre ve şeytana yaklaştırır" dediğini de belirtiyor. Burada kastedilen cemaat, küçük harfle yazılmış bir cins isim yani herhangi bir topluluktur ve bu sadece istisnaları olabilecek insana dair objektif bir tespittir.

Yazarın da belirttiği gibi Gülen "Kadın-erkek yaradılış ve dünyadaki misyonları açısından birbirinden farksızdırlar ve bir bütünün birbirine muhtaç iki yüzü gibidirler" şeklinde düşünür. Birisi diğerine üstün değildir ve ayetin de sabitlediği gibi üstünlük ancak takva iledir. Yazarın da belirttiği gibi, Gülen anneliğe çok önem vermekte ama "kadının asker de, hekim de olabileceğini kabul" etmektedir. Anneliğe önem vermekte yadırganacak hiçbir şey yoktur. Batılı ülkeler bile bunu teşvik için pek çok programlar geliştirmişlerdir. Sonuçta bireyler kendi hür iradeleri ile karar vereceklerdir. Yazarın, "nedense cemaatin kadın müritlerini ya da erkek müritlerin eşlerini kamusal alanda görmek pek mümkün olmaz ve kadınlar cemaat hiyerarşisinde en altta yer alır" ifadesi maalesef çok basmakalıp ve temelsiz bir iddia. Yazar burada, "mûrit" terimini kullanıyor ancak bu tarikatlara ait bir terim ve hareketin terminolojisinde böyle bir terim de uygulama da yok. Kadın konusu aslında "bileşik kaplar" meselesidir. Sanki bu toplum erkek-egemen değil ve kadınlar her yerde erkeklerle eşit olmuşlar ve görünürlükleri, üst düzeylerde temsilleri erkeklere yaklaşmış da bir tek cemaat bunu kendi içinde inhibe ediyor gibi bir iddia var. Ayrıca, Hizmet hareketiyle kalbi ilişkisi olan kurumlarda pek çok açık ya da örtülü kadın görünür haldedir. Giderek daha fazlası yönetici pozisyonlarına gelmektedirler.

Gülen'in mü'min ile kâfiri aynı görmemesi teolojiye ait bir tespittir ve bu dünyadan ziyade ahirete bakar. Gülen, kategorik olarak sosyolojik ve siyasal boyutlarda herkesi eşit yurttaşlar olarak görür ve herkesi olduğu gibi kabul etmekle kalmaz, onlarla diyalog yapmaya çalışır. Yazarın iddiasının aksine, Gülen'in demokrasisinde teröristler hariç herkese yer vardır. Yine, yazarın çerçevelemesinin aksine, "oruç, namaz, düzenli okuma seansları ve nefsi kontrol çalışmaları" Batı'ya reaksiyoner direnç için değil, Allah rızası için pro-aktif bir şekilde yapılmaktadır. Batı yokken de İslam bunları emrediyordu. Ayrıca, hareketin ve Batı'daki milyonlarca kişiden oluşan dindar Müslüman diasporanın gösterdiği üzere dinsel inanç farklılıkları Batı ile bir arada yaşamaya ters değildir.

*Fatih Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi. Yazarın, İslam hukuku, İslamî sosyal hareketler ve Gülen Hareketi üzerine akademik çalışmaları bulunuyor.

Zaman - 13.12.2011

 

© 2015