Hizmet hareketinin küreselleşmesi Türkiye için bir garantidir
- Written by SAVAŞ GENÇ
- font size decrease font size increase font size
- Add new comment
Hizmet hareketi, 160 ülkede başta eğitim ve insanî yardımlar olmak üzere birçok alanda faaliyet gösteriyor.
Gönüllüler hareketi, inandığı değerleri insanlıkla buluşturup Türkçeyi dünyanın dört bir tarafında dalgalandırmak için sınır tanımayan ve nev-i şahsına münhasır bir yapı içinde yoluna devam etmekte. Eğitimciler öğrencileri ile meşgul olup Hizmet hareketinin en önemli hedeflerine yoğunlaşırken, zor durumda kalanların dertlerini paylaşmaya çalışan Kimse Yok mu, işadamlarının önünü açmaya çalışan TUSKON, diyalog hizmetleri ve medya organları ile hareket doğru bildiği yolda ilerliyor. Gönüllüler hareketinin küresel bir marka olması toplum tarafından takdir edilirken birtakım ‘dar ve oligarşik yapıların’ hedefi haline geldiğini görüyoruz. Hizmet hareketi hususunda ortaya atılan iki çirkin iftira var: 1. Türkiye’de yapılan yolsuzluk ve rüşvet operasyonları dışarıdan organize edilmiş ve harekete yakın isimler bu operasyonlarda maşa olarak kullanılmıştır. 2. Hizmet, Ergenekon’dan temizlenmiş derin devlet alanına yerleşmeye çalışmakta ve yeni bir vesayet peşindedir.
Hareket’in dış güçlerin maşası olduğuna dair ortada tek bir delil olmamasına rağmen algı yönetimi için psikolojik harekât yapan uzmanlar iki doneyi sonuna kadar insafsızca ve müfteri bir üslupla kullanmaktadır. Hizmet küreselleştiği için dış güçlerle iş yapmak zorunda olduğu, dolayısı ile milli değerlerden taviz vermesi kaçınılmazdır iddiası ile Mavi Marmara’da görüldüğü gibi bunlar ‘İsrail uşağı’ olmuştur iftirası paralel olarak işlenmeye çalışılıyor. Birkaç senedir tıpkı 28 Şubat brifingleri gibi Türkiye’deki muhafazakâr gruplar, tarikatlar ve vakıflara periyodik olarak Hizmet Hareketi aleyhinde Mavi Marmara krizini referans göstererek Hareket’in İsrail çıkarlarına fayda sağlayacak şekilde hareket ettiği iddiaları anlatılmakta, muhafazakâr medya köşelerinde bu iddia sürekli işlenmektedir. Mavi Marmara katliamına Hizmet hareketine yakın medya organlarının verdiği sert tepki ortadadır. Fethullah Gülen Hocaefendi, olayda hayatlarını kaybeden insanlarımızın şehit olduklarını ifade edip büyük bir ilanla taziye yayınlamıştır. Savaşın eşiğine gelen ülkede Hocaefendi’nin tansiyonu düşürmek için otorite vurgusu yapan ikazını kullanarak söylem geliştirmeye çalışanların yanıtlaması gereken birkaç soru bulunuyor. Mavi Marmara katliamı akabinde derhal donanma kontrolünde ikinci geminin yola çıkartılacağı ifade edilmiş olmasına rağmen çok doğru olduğuna inanılan bu hamle niçin gerçekleştirilmemiştir? İsrail’i terörist ülke olarak tasvir ettikten sonra masum siviller bu ülkenin önüne niçin atılmıştır? Gazze’nin statüsünün değişiminde Mavi Marmara girişimi gelinen nokta itibarı ile hangi kazanımları sağlamıştır? Eleştirilmesi gereken en önemli hadise bir yardım kuruluşunun Türk dış politikasına doğrudan etki edecek bir hamlesidir. Yarın farklı bir yardım kuruluşu, Çeçenlerin haklarını savunmak için Türkiye’den yola çıkan bir protesto gemisi ile Erdoğan’ın arasının çok iyi olduğu Putin’in Rusya’sına yönelik bir hamle gerçekleştirse Ankara aynı müsamahayı gösterecek midir? Hizmet prensip olarak müspet hareketi tercih eden yöntemleri benimsemiş bir harekettir ve Mavi Marmara hadisesine de sadece bu zaviyeden kritik getirmiştir. Konunun Filistinlilerin yaşam ve ülke edinme hakkı ile doğrudan ve dolaylı olarak hiçbir bağlantısı yoktur.
Hizmet’in küresel çapta işler yaptığı doğrudur lakin bugüne kadar ulusalcılar ve uçta Kemalist sol örgütlerin iddia ettiği gibi hareketin bu başarısını ABD ve İsrail desteği ile elde ettiği saplantılı suçlamaları daha önce defalarca yanıtlanmış ve 50 senelik Hizmet tarihinde bu mesnetsiz iftiralar tek bir somut delile dayandırılamamıştır. Partiye destek verme telaşesi içinde olan medya organlarının daha önce ulusalcılar tarafından kullanılan söyleme sahip çıkmaları ve 11 sene bırakın yasal süreci tek bir idari soruşturma bile açılmamış mevzular üzerine komplo teorileri ile saldırmaları akıl alır bir tavır değildir. Hizmet hareketi, dünyanın farklı coğrafyalarında diyalog çalışmaları ifa etmekte ve doğal süreçte birçok farklı din, mezhep ve etnik grupla iletişim halindedir. Müslümanlar hakkında 11 Eylül korkusu ile tezler üretildiği ve İslamofobia’nın zirveye ulaştığı bir dönemde Hizmet Hareketi bu tür girişimlere her zamankinden daha fazla ihtimam göstermekte ve bu işe ciddi mesai sarf etmektedir. Önemli proje, konferans ve ziyaretleri Dışişleri Bakanlığı’na danışarak yapan ve ülke zararına olma ihtimali olan her türlü girişimden uzak duran Hareket gönüllülerinin ‘ılımlı İslam’ yaftası ile girilen süreçte son olarak dış güçlerin maşası olarak lanse edilmeye çalışılması yeni bir girişim olmadığı gibi gönüllüler hareketine atılmış en acımasız iftiradır.
Hareket’in güncel sorunlara bakışını merak eden farklı ülkelerin büyükelçileri ile gerçekleştirdiği kamuya açık ve akabinde Gazeteci ve Yazarlar Vakfı’nın (GYV) web sitesinde duyurulan hatta iktidara yakın isimlerin de davet edildiği çalıştay ve toplantılarının yasadışı bir istihbarat suçu gibi gösterilmesi iki temel soruya yanıt verilmesini zorunlu kılmaktadır: 1. Bu tür toplantıları yaklaşık 20 senedir yapan GYV’ye niçin daha önce hiçbir ikaz-uyarı verilmemiş ve en ufak bir soruşturma bile başlatılmamıştır? Bilakis geçmişte başta Dışişleri ve Ekonomi bakanlıkları olmak üzere sürekli takdir edilerek teşekkür ile taltif edilmiştir. 2. Toplantılara katılan büyükelçiler Ankara aleyhinde istihbarat çalışmasında bulunuyorlarsa bu şahıslar niçin Dışişleri’ne çağrılarak ikaz edilmemiş hatta sınır dışı edilmeleri resmî ağızdan talep edilmemiştir?
İktidar savaşı mı, Yargıya müdahale mi?
17 Aralık’ta başlatılan yolsuzluk ve rüşvet soruşturması ilk etapta dünya medyasında ‘Türkiye’de güç savaşı mı?’ soru işareti ile çıkmış olsa da ülkede vuku bulan gayri hukukî girişimler, yasalar, yönetmelikler ve Anayasa’ya aykırı hamleler akabinde haberler yargıya müdahale, yolsuzluk ve rüşvet ekseninde yapılmaya başlanmıştır. ‘Ergenekon yapısından boşalan derin yapıya Hizmet yerleşmek istiyor ve partiler değişse de kalıcı iktidar olarak güç oyununda yoluna devam etmek istiyor’ iddialarının ise başta AB elitleri nezdinde demokratik başkentlerde kabul görmesi hiç de kolay değil. Zira Hizmet hareketi denetlenebilir, şeffaf, Kopenhag kriterlerine uyumlu ve özgürlükleri savunup kimlik dayatmayan bir devleti hep savuna geldiği, bu alanda yapılan reformlara tam destek verdiği hatta Şanghay yerine AB politikalarını savunan nadir adreslerden bir tanesi olduğu için kendisini Türkiye dışında izah etmekte güçlük çekmeyecektir. Hizmet hareketinin Erdoğan hükümetini zayıflatmak ya da kendi ülkesinin iktidarına karşı müdahale yapmak için dış güçlerden yardım istediği iftirası ise ancak sonradan olma AK Partili kalemlerin köşelerine kaynaklarını açıklayamayacakları ve dolaylı aktarımlarla ifade edebilecekleri iftiralar olarak kalacaktır. Hizmet hareketinin demokrasi dışı bir yola tevessül etmesi imkânsızdır, zira bu tavrı garanti altına alan en önemli veri, Hareket’in 160 ülkedeki varlığıdır. ‘Hizmet küreselleşti, milli çıkarlara duyarlı olamaz’ mantığı iyi çalışılmamış ve mantıkî temelleri olmayan ucuz bir propaganda söylemidir. Hizmet hareketinin Türkiye’de yapacağı her anti demokratik davranış ve alacağı gayri hukukî tavırlar, 159 ülke tarafından takip edilecek ve Hareket üzerinde baskı oluşmasına vesile olacaktır. Şüphesiz dünyanın dört bir yanında insanlara ulaşma gayesi olan bir hareket, birinci derecede gözlemlendiği kendi ülkesi Türkiye’de bu tür hatalara tevessül edemez. Bir şikâyet konusu olan Hareket’in 160 ülkedeki varlığı ve gayri milli olduğu iddiası bizatihi milliliğinin ve şeffaflığının en büyük referansıdır.
AK Parti, kendisine yönelik Ergenekon yapısının aldığı tavır ve gerçekleştirdiği hamlelere yönelik hep demokratik enstrümanlarla yanıt vermişti. Cumhuriyet Mitingleri yapanlara, kapatma davası açanlara Cumhurbaşkanı’nı halk seçsin derken, 27 Nisan’da e-muhtıra verenlere karşı erken seçime girerek yanıt vermişti. Balyoz ve Ergenekon davalarının tartışıldığı süreçte ise anayasa reformu ile hodri meydan diyerek başta yargı sistemi olmak üzere AB tarafından övgü ile bahsedilen büyük bir demokratikleşme hamlesi ifa etmişti. AK Parti, yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasını kast ederek ilk defa kendisine yönelik hamle yapıldığını ifade ederken, buna yanıt olarak demokratik bir tavır almak yerine tüm kazanımlarını adeta masaya koyarak ve toplumsal kredisi olan Hizmet Hareketini suçlayarak içinde bulunduğu durumdan kurtulma çabası sergiliyor. Ülke gündemini kör düğüm gibi kilitleyen ve herkesi tedirgin eden bu süreçten çıkmanın yolu daha demokratik, şeffaf, denetlenebilir bir devlet ve adil bir yargı mekanizması olabilir. Bunun dışında tevessül edilecek tüm yöntemleri geçmiş iktidarlar arkalarında top, tüfek ve Batılı güçler olduğu günlerde bile denediler ve Türkiye’yi içine kapatan Mc Carthyci anlayış ile hiçbir yere varamadılar. Muhafazakâr demokrat bir parti eli ile bu ülke, çerçevesi sınırlandırılmış olsa da ne iktisadî ne de siyasî açıdan yeni bir 28 Şubat sürecini kaldıramaz.
SAVAŞ GENÇ - DOÇ. DR. | FATIH ÜNIVERSITESI