Çevik Bir’e Yazık Oldu
- Written by Ali Bayram
- font size decrease font size increase font size
- Comments (4)
Çevik Bir’e yazık oldu. Söz dinlemedi zamanında. Zamanında söz dinleseydi, bugünkü utanç verici, milletine ihanetle suçlanan bir durumda olmayacaktı. 1998 yılıydı, 1. Ordu komutanı Çevik Bir’in astığı astık, kestiği kestik dönemiydi. Müslümanlara, başörtüsüne ve dini cemaatlere karşı her nasılsa bir alerjisi varmış. Fethullah Gülen Hocaefendi’yi ziyarete gittiğim bir gün Çevik Bir’den bahis açılmış ve Hocaefendi demişti ki;“Bu insanlar aslında kötü insanlar değil, ama bunları birileri bir yanlışa yöneltiyor, bu zevat da bunun etkisinden çıkamıyor. Bir arkadaş gidip bazı şeyler anlatsa belki faydası olur.” Ben bu sözleri kendime görev olarak kabul etmiş, Fatih Üniversitesi Mütevelli Heyeti üyesi olarak randevu talep etmiş, uğraşmış, takip etmiş fakat randevu alamayınca, görüşmenin başka yollarını aramıştım.
Neticede Selimiye kışlasında görev yapan bir albayla arkadaşlığımı ilerletip sonunda özel kaleme gidip gelmeye ve belki randevuyu canlı takibe başlamıştım ki, devrin kudretli generali odasında çıkıp özel kaleme girince beni orada gördü ve yaverine: “Kim bu arkadaş?” diye sordu. Ben hemen elimi uzattım ve “Komutanım ben Fatih Üniversitesi Mütevelli Heyetinden Ali Bayram! Uzun zamandır Zatıâlinizden randevu bekliyorum, bir türlü bizi kabul etmediniz. Paşam! Her nedense inanan insanları size yanlış tanıtmışlar, biz kendimizi size doğru tanıtalım diye uğraşıyoruz ama kabul edip dinlemiyorsunuz. Bizden size ve bu ülkeye asla zarar gelmez! Bu hâki elbiseler ve bu milletin omzunuza taktığı apoletler sizde bulunduğu müddetçe bizim nezdimizde sizin referansınız var demektir. Sizin için bizim referansımız; kendimizi size doğru ağızdan sizin dinlemeniz, siz de bunu yapmıyorsunuz! Biliniz ki durumunuz iyiye gitmiyor, şu hâki elbiseyi çıkardıktan sonra da sanırım biz sizi kul etmeyeceğiz.” dedim ve elini bıraktım. Yaverine dedi ki, “Ali Bayram beye bir yarım saatlik bir zaman ver konuşalım!” Ben ayrıldım fakat. Tekrar uğraşmama rağmen randevu yine alamadım.
Aradan seneler geçti. Bir gece rüyamda Çevik Bir’i görüyor ve ona diyorum ki; “Sayın paşam! Siz, Fethullah Gülen Hoca’dan ne istiyorsunuz! Türkiye ve dünya kamuoyunun, Eğitim-Öğretime yaptığı katkılardan ötürü kendisini minnet ve şükranla yâd etmelerine karşı, sizin bu tutumunuzu anlamak imkansız!”. Rüyada Çevik Bir bana diyor ki; “beni bu işe başkaları bulaştırdı. Kendileri aradan çekildi, biz kaldık ortada!”
Ben uyanıyor ve Allah’tan temenni ediyorum; “inşallah Çevik Bir Paşa’yı görür, bu rüyamı kendisine anlatırım”!
Ekim 2003 tarihinde Rusya Federasyonu eski Başbakan’ı Yevgeni Pirimakov’la bir görüşmemiz vardı. Kendileri yakında Türkiye’ye geleceğini ve orada görüşebileceğimizi söylemişti. Sanırım 14–15 Ekim 2003 tarihinde Rusya ile Türkiye önümüzdeki 20 senede ne gibi ortak projeler geliştirebilir konulu bir panel yapılmıştı. Panelin akabinde ben görüşmemi yaptım, kokteyle kalmadan oradan ayrılmak üzereydim. Baktım ki, benim gibi sivil, apoletsiz, emekli Çevik Bir, yapayalnız bir masada duruyor. Yanına gidip selam verdim ve tokalaşırken yine elini bırakmadan; “Paşam! Tanıdınız mı bu fakiri?” diye sordum. “Biraz hatırlat” dedi, hatırlattım. “Evet evet hatırladım” dedi. Ben kendisiyle alakalı bir rüya gördüğümü ve bunu anlatmak üzere sizinle görüşebilmeyi Allah’tan istediğimi ifade ederek, bu karşılaşmanın bu duanın kabulü olduğunu kendisine söyledim. O da; “buyurunuz, anlatınız dinliyorum!” dedi.
Ben; “Paşam bu defa rüya değil, sizinle baş başayız ve rüyamda size dediğimi aynen tekrarlıyorum: Fethullah Hoca ile alıp veremediğiniz ne var aranızda ya da bu cibilli düşmanlığınızın sebebi nedir acaba! Bak paşam, 40 yıldır ben Hocaefendiyi tanıyorum. Babam Gülen’in babasıyla 60 yıl, dedelerim Hocaefendi’nin dedeleriyle yine 60 yıl komşuluk ve dostluk etmişler. Bu güne kadar millete, memlekete, insanlara, hayvanlara hatta tabiata bu insanlardan asla bir kötülüğün geldiği görülmemiş. Fethullah Gülen Hocaefendi de milletine, memleketine ve ülke insanına yaptığı hizmet ansiklopedilere sığmaz, ilmi, irfanı, insanlara karşı insanî münasebeti, Allah’a karşı kulluğu ve ibadetlerindeki derinliği asırlardır insanlığın gönlünde taht kurmuş olan Şah Nakşibendi, Mevlana Halid Bağdadi, İmam Rabbani ve Abdülkadir Geylani gibi zatlar seviyesinde bir insan. Hoşgörüde asrın Mevlanası, Yunus ve Ahmet Yesevi’sidir. Allah aşkına paşam! Sizin bilip de bizim bilmediğimiz acaba ne var da ondan dolayı Hocaefendi’ye ve cemaate karşı bu kini ve düşmanlığı güdüyorsunuz!” dedim.
Paşa sözü alarak: “Ali Bey, rüyanızda söylediğim gibi bu işin içine beni sürüklediler! Artık hep öyle anıldım. Yoksa benim Fethullah Hoca’ya bir kinim, bir nefretim yok! Ben inançlı bir insanım; annem benim boynuma daha yeni rütbe taktığımda elimi götürerek göğsündeki muska gibi kaplı bir şeyi eliyle tutturup aldırdı. Bunu hiç yanımdan ayırmadım.”
Ben kendisine dedim ki; “Paşam, bu mübarek ayetler demek günden beri hep dışarıda kalmış bir türlü içinize girememiş!”
Gülerek bana kartını verdi ve “mutlaka geçen zamanı konuşarak, görüşerek telafi edelim” dedi. Lakin artık ben gidemedim. Sonuç olarak Çevik Bir ve emsalleri kendilerine yazık ettiler. İtibarlarını koruyabilir, milletin nezdinde şerefli rütbelerini ölene kadar şaibesiz şerefle taşıyabilirlerdi. Millete ve milletin inançlarına karşı olmanın her dönemde cezası ağır olmuştur. Fethullah Gülen’i “demir parmaklıklar arkasına koymadan bu dünyada bana rahat yok!” diyen dönemin kudretli generalleri maalesef şimdi “demir parmaklıklar” arkasında. Aslında bunlara da biz insan olarak acıyoruz.
Kaynak: http://www.farukarslan.com/?p=3952