Logo
Print this page

Kalvin benzetmesi ve Fethullah Gülen

Bu yol ayrımında Hocaefendi’nin kendi ifadesiyle ‘geleneğe bağlı, hem de sımsıkı bağlı bir Müslüman’ olmakla birlikte içtihada açık alanlarda yaptığı yorumlarla zahiri yaklaşımı esas alan kişi ve gruplardan ayrılması onu Kalvin yapmaz.

* * * * * * * * * * * * * * * *
Türk ekonomisinin yeni motor zihniyetini oluşturan bu “Kalvinist Müslüman” veya “Protestan Müslüman” hareketinin fikri lideri kimdir?

Gerek ekonomik alandaki yaygınlığı, gerek dünyada bıraktığı izler açısından bakarsanız, bana göre “Kalvinist Müslüman” hareketin lideri Fethullah Gülen’dir.”

Ertuğrul Özkök bu sözleri merkezi Berlin’de bulunan European Stability Initiative (ESI-Avrupa İstikrar İnisiyatifi) adlı kâr amacı gütmeyen kuruluş için hazırlanan raporun Hürriyet gazetesinde yayınlanması üzerine yazdı. Kayseri’de yaşanan ekonomik kalkınmanın, serbest piyasa kapitalizmiyle İslam’ın bağdaşabileceğinin bir göstergesi olduğu iddia edilen raporda “İslami Kalvinistler” benzetmesi yapılıyormuş. Tabii Özkök’ün bu sözleri ve rapor birdenbire ülkenin gündemine oturdu ve ‘Müslüman Protestanlar’, ‘İslami Kalvinistler’ başlıklı haberler, makaleler, yazılar o günden beri gazete sayfalarında yer alıyor.

Bu süreçte kendisine Kalvin benzetmesi yapılan Hocaefendi bir basın açıklaması yaparak benzetmeyi reddetti. Haftalık sohbetlerinin yayınlandığı www.herkul.org web sayfasında meseleyi daha geniş perspektiften ele alarak değerlendirdi. Tek cümle ile ifade edecek olursak gerek Kalvin benzetmesine reaksiyonu gerekse geniş eksenli değerlendirmeleri oldukça keskin ve netti. Bilhassa “Terminolojiye vukufsuzluktan dolayı ulu-orta konuşma” benzetmesi üslubunu bilenler açısından alabildiğine sertti.

Hocaefendinin tepkisi neden sertti?

Bu sorunun cevabı benzetmenin yapıldığı Kalvin hakkında bilgi sahibi olmakla mümkün. Çok kısa bir özetleme yapacak olursak; John Kalvin 1509-1564 yılları arasında Avrupa’da yaşamış Hıristiyan din adamı. Bu yıllar devletleşen Katolik kilisesinin Batı dünyasında monarşik ve oligarşik yönetimlere rahmet okutturacak ölçüde despotizm gösterdiği, hayatın hemen her alanında ruhban sınıfının metodolojiden alabildiğine uzak yerine göre dogmatik, literal, modern tavırlarla dini dayattığı yıllardır.

Kilisenin bu dayatması 1483-1546 yılları arasında yaşayan Martin Luther’in başı çektiği protesto hareketlerinin başlamasına neden oldu. Hıristiyanlık Doğu dünyasında kalan Ortodokslara ilaveten Avrupa merkezli başka bir grubun iştirakiyle bir kere daha bölünme ve parçalanma aşamasındaydı. Nitekim Katolikleri protesto etmekten hareketle başlayan bu yeni gruba “protestan” denildi. İşte Kalvin bu protestan hareketinin içinde yer alan lider şahsiyetlerden birisidir. Protestanlar arasında Martin Luther’den hemen sonra hemen ikinci sırada zikredilen Kalvin’in kapitalizmin doğuş aşamasında ekonomik kalkınmaya engel olan asketizm (çilecilik) anlayışına farklı bir yorum getirmiştir. Çünkü asketizm kişiyi dünya hayatından şuurlu biçimde uzaklaştırmaktadır. Zaten yerleşik kilise anlayışı insanları kendilerine ve ailelerine yetecek miktar maddi varlığa sahip olmasını yeterli görüyor, bunun ötesinde servet sahibi olmak için çaba ve gayreti büyük günah addediyordu. Bu aşamada Kalvin, insanlar Allah tarafından takdir edilen kaderlerini yaşamaya mecbur olmakla birlikte, o kaderlerini yaşamak için çaba göstermek zorundadır, görüşünü ileri sürdü. Ona göre insanın ebedi kurtuluşa ermesi kaderde tayin edilen dünyevi vazifelerin eksiksiz ve kusursuz yerine getirilmesi ile mümkündür. Ayrıca bir kişinin kendi üzerine düşen görevi yerine getirmesi yetmez. Herkesin aynı istikamette hareket etmesi gerekir. Bu da yapılacak işlerde iş bölümü ve örgütlenme ile mümkün olur. Allah’ın emirlerini yerine getirme, O’nun adını yüceltme ve ilk günah’tan kurtulmanın yegane yolu budur. Daha sonraları Weber’in Protestan ahlakı dediği şeyin ana teması da zaten budur. Bir anlamda fundamentalizm denilen ve Hıristiyanlığın Katolik yorumu ile bozulmuş halinden orijinal kökenlerine dönme çaba ve gayretlerinden bir parça.

Müslüman gözlüğü ile baktığınızda alabildiğine basit gelen -çünkü bu türlü şeyler hiç yaşanmamıştır bizde- bu düşünceler Ortaçağ Avrupa’sında kilise hakimiyetini kırmada önemli ve öncü rol oynamıştır. Dinin motive edici gücünü bu yolla arkasına alan siyasi önderler gerek monarşik ve oligarşik siyasi yapılara son veren, gerekse sanayi devrimine kadar uzayan sürece ilk adımları bu ve benzeri fikirlerle atmıştır.

Bu kısa özetten sonra Hocaefendi’nin tepkisinin kesin, net ve sertliğine dönecek olursak: Bir; her şeyden önce bu benzetme Hıristiyanlığı İslam’la özdeş görmenin, itikat, ibadet, muamelat vb. konulardaki farklılığı idrak edememenin, her iki dinin yaşadığı tarihsel tecrübeye dikkat etmemenin ürünü olsa gerek. Şabloncu zihniyetin, ‘Batı ezberciliğinin’ bir kez daha hortlaması nazarıyla da bakabilirsiniz hadiseye. Halbuki din ve dinî değerlerin tarihsel süreçte almış olduğu formlar her iki dinin farklı biçimlerde değerlendirilmesini, kendine özgü şartlarda ele alınmasını zaruri kılıyor. Burada ezberi bozmadan yapılan mukayeseler doğru değil yanlış teşhislerin konulmasına neden olmaktadır ki; zaten Kalvin benzetmesinden öte Hocaefendi’yi esas rahatsız eden husus da budur. Nitekim İslami reform özelinde yaptığı geniş açıklamalar bunu teyit etmektedir. Gazete köşelerinde tutmuş olduğu yerlerle toplumun zihin haritasını şekillendiren kalem sahiplerinin taşıdıkları koca koca unvanlara rağmen İslam adına bu kadar köklü ve temel bir farklılığı bilmemeleri gerçekten dün, bugün ve gelecek adına endişe verici.

İki; Kalvin benzetmesi. Hocaefendi 67 yıllık hayatı ile tarım toplumundan sanayi, sanayiden bilgi ve teknoloji çağına geçiş dönemlerinin insanıdır. Geçmişteki durağan dönemlerin aksine bir insan ömrüne sığan ve dünya genelinde yaşanan bu hızlı geçişlerde Hocaefendi sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik ve kültürel ya da ulusal ve uluslararası münasebetler bağlamında çağını iyi okuyan ve temel aldığı dinî referansları yine dinî metodolojiye tabii olarak yorumlayan bir insandır. Akif’in ifadesiyle ilhamını Kur’an’dan alıp asrın idrakine İslam’ı anlatan kişilerden biridir. Bu yorumları ile o geçiş dönemlerinde Müslümanların en çok ihtiyaç duyduğu İslami meşruiyet sorunlarına çözüm ürettiği gibi, yeni açılımların da fikri mimarı olmuştur. Daha açık bir ifade ile İstanbul’da vaaz kürsüsünde konuşmuş, konuştuğu sözler yere düşmeden Orta Asya’da, Afrika’da, Amerika’da ete-kemiğe bürünerek okul, kültür ve diyalog merkezi olarak karşımıza çıkmıştır. İçtihada açık olan alanlarda ifade ettiği görüşleri çoklarının kafasında var olan şüpheleri meşruiyet çizgisinde izale etmiştir. Kayseri özelinde incelenen Anadolu kaplanlarının ortaya çıkışında gerek fıkhi açıdan ortaya koyduğu yorumlar, gerekse tarihî miras ve sahip olunan misyona göndermelerle yaptığı teşviklerin inkar edilmez rolü vardır.

Geleneğe bağlı fikir mimarı...

Yalnız şunu itiraf etmek gerekir; her ne kadar Kıta Avrupa’sında yaşanan ölçüde olmasa da İslam’ın ekonomik alanda ortaya koyduğu nasslara yapılan yorumlar özellikle geçiş dönemlerinde her zaman Müslümanların önünü açacak çapta olmamıştır. Hemen her ideolojide, doktrinde, sistemde, rejimde olduğu gibi İslami nassların değişen ve gelişen şartlar muvacehesinde yorumlanmasında İslam bilginleri arasında ciddi görüş ayrılıkları yaşanmıştır.

Bu yol ayrımında Hocaefendi’nin kendi ifadesiyle ‘geleneğe bağlı, hem de sımsıkı bağlı bir Müslüman’ olmakla birlikte içtihada açık alanlarda yaptığı yorumlarla zahiri yaklaşımı esas alan kişi ve gruplardan ayrılması onu Kalvin yapmaz. Çünkü Hocaefendi bu yorum ve yönlendirmeleri ile Kalvin’in mevcut Hıristiyan geleneğinden ayrıldığı gibi İslami gelenekten ayrılmıyor, tam aksine İslami gelenek çerçevesi içinde bu düşünceleri üretiyor. İslam’ın evrenselliğinin amir kıldığı bir vazifeyi yapıyor. Dolayısıyla Kalvin benzetmesi/anolojisi ile elmalarla armutlar aynı sepete konuyor. Yukarıda bahsini ettiğimiz dinî, tarihî, kültürel, ekonomik arka plan şartları hesaba katılmadan ezberci ve şabloncu zihniyetle çala-kalem düşünceler üretiliyor. İslam’a ve İslami terminolojiye vakıf olmadan halka mal edilen bu ham düşünceler ise ciddi kafa karışıklığına yol açıyor. Yıllar önce yine aynı kalem sahibinin ‘başörtüsü furuattır’ yerine ‘teferruattır’ sözleri ile manşete çektiği düşüncelerin Türkiye’deki yansımalarını hatırlayın. Ülkemizin bu ve benzeri kısırdöngü tartışmalarla kaybedecek vakti olmadığını düşünüyorum. Keşke herkes kendi uzmanlık alanında kalarak işini yapsa.

 

© 2015