Başörtüsü teferruat değil, füruat Başörtüsü teferruat değil, füruat

Fethullah Gülen Hocaefendi, tesettür ve başörtüsü için "Farz değil" / "Olmasa da olur" dedi mi?

Fethullah Gülen Hocaefendi’nin ilmî bir hakikat olarak ifade ettiği “füruat” kelimesi etrafında yıllardır sürdürülen tartışmanın üslubu ve argümanları bu tartışmanın hakperestçe bir itiraz değil bilakis düşmanca bir saldırı güdüsüyle yapıldığı intibaını kuvvetlendirmektedir. Öncelikle meselenin ilk gündeme geliş sebebi olan 1995 yılındaki bir röportajdaki uzunca açıklamalardan sadece (gazetenin yazdığı şekliyle) “başörtüsü teferruattır” ifadesi veya asıl doğrusu olan (Gülen’in dediği şekliyle) “başörtüsü füruattır” ifadesi alınıp bağlamından koparılmıştır. Böylece sanki “başörtüsü olmasa da olur” manasında sarf edilmiş bir ifade gibi yansıtılmaya çalışılmış ve bu şekilde kasıtlı bir yönlendirmeyle kamuoyu yanlış bir algıya sevk edilerek Gülen’e yönelik aleyhte bir kampanya yürütülmüştür. O zamandan bu zamana yapılan onca açıklamaya rağmen ne yazık ki bu insafsızca faaliyete hâlâ devam edilmektedir.

Nedense füruat açıklamasının öncesinde yer alan “Örtü konusunda bir şey demeye hakkımız yok. Kur’an’ın içinde açık sarih nasslar var yani. Bu mevzu bizim yorumlamamızın dışında kalıyor. Çünkü bu Allah’ın emridir. Kadının başını örtmesi meselesi bir iman meselesi ölçüsünde önemli değildir. Allah’a karşı kulluk, umumi manada kulluk meselesi ölçüsünde önem arz etmez bunlar.” ifadeleri görmezden gelinip sadece füruat/teferruat ibaresine odaklanılmaktadır.

Diğer taraftan Gülen’in bu meseleye dair sözlerini sanki o dönemin mütehakkimlerine karşı verilmiş bir taviz veya destek gibi sunmaya çalışanların da olduğu görülmektedir. Ancak bu da kasıtlı bir yorumdan öte bir mana ifade edemez. Çünkü bu mesele etrafında beyan ettiği açıklamalar bütüncül bir bakışla ve insafla değerlendirildiğinde Gülen’in tek bir tarafa hitap etmediği, meselenin bütün taraflarına sükûnet, itidal ve insaf çağrısı yaptığı görülecektir. Toplumsal çatışmanın ülkeyi savuracağı neticeleri değerlendirerek milletin geleceği adına endişe duyarak bu meselenin kavga ve çatışma unsuru olarak kullanılmasının önüne geçmeye matuf bir çabadan ibarettir onun bu meseledeki beyanı ve tavrı.

Ayrıca Hocaefendi, hiçbir zaman tesettür ve başörtüsünün farz olmadığı veya önemsiz olduğu gibi dine aykırı bir beyanda bulunmamıştır. Bilakis Allah’ın emri olduğunu hep söylemiş, ama daha önemli esaslara nazaran önem derecesini ifade etmeye çalışmış ve ülkede toplumsal kesimler arası bir kavga sebebi yapılmaması gerektiğine dikkat çekmiştir. Bu açıklamaları yaparken de İslam âlimlerinin dine dair esas ve meseleleri dinin usulü (Usuluddin / İtikat) ve dinin füruu (Füruuddin / Fıkıh) yani iman ve amel alanı olarak iki ana kategoride değerlendirmelerine uygun bir şekilde füruat ifadesini kullanmıştır.

“Başörtüsü teferruattır” diye yayılan röportajdaki ifadeler

Fethullah Gülen Hocaefendi’nin “başörtüsü füruattır / teferruattır” sözünün yer aldığı 1995’te Hürriyet’te yayınlanan röportajının başörtüsü meselesiyle ilgili kısmındaki ifadeleri şu şekildedir:

“Örtü konusunda bir şey demeye hakkımız yok. Kur’an’ın içinde açık sarih nasslar var yani. Bu mevzu bizim yorumlamamızın dışında kalıyor. Çünkü bu Allah’ın emridir. (...) Kadının başını örtmesi meselesi bir iman meselesi ölçüsünde önemli değildir. Allah’a karşı kulluk, umumi manada kulluk meselesi ölçüsünde önem arz etmez bunlar. Teferruata ait meselelerdir. Nitekim, yani Allah’a iman meselesi ta Mekke’de efendimize tebliğ edilmiş. Namaz meselesi orada bize farz kılınmış, daha sonra zekat farz kılınmış. Ama tesettür meselesine gelince biraz farklı. Zannediyorum peygamberliğin 16’ncı, 17’nci senesinde Müslüman kadınların başları açıktır. (...) Temel meseleler varken, teferruatın kavgasını vermek zannediyorum üslup bakımından yanlış. Onları öne çıkartmak bir yönüyle diğer meselelerin önemsizliğini bir yönüyle ifade etmek gibi bir şey olur. İnsanlar yine işin başına geçsinler, başlarını açsınlar, belli bir dönem sonra kapatsınlar demek de değildir bu yani. Ondan da farkı bir meseledir. Dindeki başörtüsünün nereye konacağı meselesi çok iyi kararlaştırılmalı evvela. Bir diğer yanı da birileri de bundan çok rahatsız olmamalı bence. Bu mozaik içinde toplumun bir kesimi olarak kabul edilmeli. (...) Belki aynı şeyleri söylemişimdir. Teferruata boğulmayalım. Küçük şeylere büyük şeyleri feda etmeyelim. Yani başörtüsü eğer İslami öğretiler, İslami esaslar arasında dördüncü beşinci sırada bir meseleyse, bununla kavga ederek bir yönüyle belki imana müteallik meseleleri çok geri plana atıyoruz. Yani birinin imanı vardır, namazı da vardır, belki hacca da gidiyordur. Fakat bu meselede farklı düşüyorsa, bu insan bunu hiç kabul etmemezlik demek, işte dördüncü plandaki bir meseleyi birinci plandaki meselenin önüne geçirme demek gibi bir şeyler oluyor.” (Hürriyet’te Ertuğrul Özkök’le röportaj, 27 Ocak 1995)

Teferruat değil, füruat

Fethullah Gülen Hocaefendi, medyada çıkan bu beyanlarının ısrarla yanlış manalara çekilmesi üzerine 30.01.1997 günü basın açıklaması yapmış ve Hürriyet röportajında füruat kelimesinin teferruat olarak yazıldığını belirterek gazetenin hatasını tashih etmiştir:

Başörtüsüyle alakalı mülahazalara gelince

Söz konusu mülakat, yayınlanmadan önce redakte edilmiş midir, yoksa edilmemiş midir, bu ayrı bir mesele, önce konuyla alakalı olarak sorulan soruya verdiğim cevabın gazetede çıkan kısmını aynen aşağıya alıyor ve insafla bir kere daha tetkik buyurulmasını rica ediyorum.

‘Örtü mevzuunda bir şey demeye hakkımız yok. Konuyla alakalı Kur’an-ı Kerim’de açık sarih nasslar var. Bu itibarla mevzu, yorumların dışında kalır. Çünkü bu bir Allah emridir.’

Hem altındaki paragrafta şöyle denmektedir: ‘Kadının başını örtmesi meselesi, elbette ki, bir iman meselesi ölçüsünde önemli değildir. Yani, Allah’a karşı kulluk ve umumi manada kulluk ölçüsünde önem arz etmez.’

Takip eden paragraf ise, aynen şöyledir: ‘Temel meseleler varken teferruatın -doğrusu furuatın demek olacaktı- kavgasını vermek, üslup bakımından yanlış... Onları (yani furuatı) öne çıkarmak, bir yönüyle diğer meselelerin önemsizliğini ifade etmek gibi, bir şey olur.’

‘Burada söylenenler, insanlar yeniden başa dönsün, başlarını açsın ve belli bir dönemden sonra kapasınlar demek de değildir.’ Vurgulanmak istenen, imani esaslar kendi değerleri ölçüsünde, İslam’ın şartlarına kendi değerleri ölçüsünde diğer farz, sünnet ve müstehaplara ise, yine kendi değerleri ölçüsünde yer ve öncelik-sonralık verilmesi gerektiğidir. Ayrıca, tedriciliğin de İslamı tebliğde ve anlatmada bir esas olduğu izahtan varestedir.

Bir tek sütun içinde söylenen bunca söz ve yayını günlerce sürmüş bir mülakat içinde tek bir kelimeyi seçip, öteden beri usulcülerce kabul edile gelen bir taksime uyarak başörtüsü için, ‘ana meseleler’ karşılığı ‘füruattır’ manasına söylenmiş bir kelimeyi, ‘kaldır bir kenara at manasında ‘teferruat’ şeklinde anlamayı doğrusu insafla te’lif edemedim.

Fethullah Gülen

Bazıları “Gülen önce ‘teferruat’ demişti, gelen tepkiler üzerine sonradan ‘füruat’ dedi” diyorlar. Nedense Gülen’e saldırma söz konusu olduğunda onlar nezdinde Hürriyet bile Gülen’den daha hatasız bir konuma çıkıyor. Gülen, “ben ‘füruat’ demiştim, gazeteden yayına hazırlayanlardan kaynaklanan bir hata ile ‘teferruat’ olarak basılmış” mealinde bir açıklama yaptığı halde... Suizanda bu kadar ısrar neden acaba? Farzımuhal Hürriyet hatasız olsun ve Gülen sürçülisan ile hatalı olup teferruat demiş olsun; açıklamaların öncesi ve sonrası birlikte mütalaa edildiğinde asıl maksadı anlaşılmıyor mu? Yoksa gaye maksadı anlamak değil de iftira ile karalama kampanyasına bir bahane bulmak mı?

Usûl, fürû ve tesettür

Fethullah Gülen Hocaefendi, basın açıklaması yaparak meseleyi izah ettiği gibi aynı zamanda 1997’de basılan bir kitabında da gayet açık ve net bir şekilde maksadını ifade eden açıklamalar yapmıştır:

“İslâm dininde, inanç ve amel adına mükelleflere teklif edilen hususlar ‘usûl’ ve ‘fürû’ diye iki ayrı bölümde mütalâa edilir. Bunlardan hayatî ehemmiyet arz eden esaslar, usûl kategorisine giren hususlardır. Fürûa gelince o, hep bu usûl üzerine bina edilir. Bu açıdan denilebilir ki, usûlün olmadığı yerde, sistemli fürûdan bahsetmek mümkün değildir.

Buna göre ‘lâ ilâhe illallah; Muhammedün Rasûlullah’ başta olmak üzere, sair iman esasları akidede usûldür. İman esasları, muhakkikîn yaklaşımı ile dört asla irca edilebilir ki, bunlar; Allah’a, âhirete, peygamberlere iman; bir de ubudiyet veya adalettir.

Namaz, oruç, hac, zekât veya diğer ibadetler, bu asıllar üzerine bina edilen ve asla göre fürûât sayılan amellerdir. Ancak fürûât demek, Türkçemizde anlaşıldığı şekliyle ‘olmasa da olur’ gibi bir mefhumu akla getirmemelidir. Bunların fürûât olması, asıl ile olan münasebet ve mukayeseleri neticesi ve tamamen yukarıdaki taksim ve tasnif itibarıyladır. Yoksa ibadetsiz imanın tam olmayacağı izahtan varestedir.

Tesettür emrini, bu esaslar çerçevesi içinde incelediğimizde, önce onun hicretin yedi veya sekizinci yılı; yani peygamberliğin yirminci senesinde farz olduğunu görürüz. Bu demektir ki, İslâm’ın ilk yirmi yılında kadınlar, cahiliye dönemindeki giysilerini devam ettiriyorlardı..

Burada, hikmet-i teşri açısından dikkati çeken en önemli husus, teşride meselelere ehemmiyet sırasına göre yer verilmesi ve öncelik tanınması ya da geriye bırakılmasıdır. Bu itibarla da, gönüllere ‘lâ ilâhe illallah’ hakikatinin yerleştirilmesi en önemli mesele olduğu için, öncelik ona tanınmıştır. 13 yıllık Mekke dönemindeki nâzil olan hemen bütün âyetler ve Allah Rasûlü’nün metluv, gayri metluv bütün tebliğatı hep bu mevzu etrafında örgülenmiş gibidir.

Öyleyse bizim de, tebliğ ve irşadda daha çok bu önemli noktaya dikkatleri çekmemiz gerekmektedir. Allah’ın büyük gördüğü şeyleri büyük görmek, küçük gördüğü şeyleri de küçük kabul etmek kalbin takvasındandır. Aslında bu, din-i mübin-i İslâm’ın da temel bir kuralıdır. Allah’ın vaz’ettiği şeyleri kendi ölçüleri içinde kabullenme ve hayata taşıma, Allah’a olan imanın, O’nunla olan irtibatın önemli bir göstergesidir.

Tesettür meselesi, farziyetinin gereği tartışılmaz olmasının yanında iman ve imanî hakikatlerin önüne geçirilmemelidir.” (“Usûl, fürû ve tesettür”, Prizma-2, 1997)

Fetva denilen açıklamalar

Fethullah Gülen Hocaefendi, toplumsal çatışmalarla hassas bir dönemden geçilirken başörtüsü meselesinin okullarda ciddi bir sorun haline getirilmesi üzerine hem toplumdaki gerginliği sakinleştirmek hem de milletin kaderi açısından çok önemli gördüğü eğitim mahrumiyetine geçici bir çare sunmak amacıyla -fetva vererek değil- kararı şahısların vicdani kanaatlerine havale ederek şu açıklamaları yapmıştır:

“Okullarımızdaki başörtüsü sorunu, çok hassas hale geldi. Ancak şu kadar söyleyeyim, okumayı istemek ile okumamak arasında kalan bir insan ne yapmalı? Ülke ve millet adına okumak mı yararlıdır, okumamak mı? Dinin füruata ait bir meselesinde bu denli hassas olmak mı, yoksa tercihini başka istikamette kullanmak mı gerekli? Kişi kanaat-ı vicdaniyesi ile bu mevzuda hükmünü verip öyle davranmalıdır. Bana göre okumayı tercih etmelidirler.” (Orhan Yurtsever röportajı, Akşam, 13 Mart 1998)

“Genç kızlarımızın zorlanmaları halinde tercihlerini eğitim gören hedefinden yana yapmalarını arzu ederim. Tabii ki dini mülahazalarla başlarını örten hanımlara müdahale edilmesine karşıyım. Onların dinin detayına ait bir konuyla tahsilleri arasında tercih yapmak zorunda bırakılmalarına üzülüyorum. Ama toplumumuz hassas bir dönemden geçiyor. Herkesin bunu göz önüne alması lazım. Bir taraf bunu kavga sebebi yapmamalı, diğer taraf da tepkileri kavga başlatıldı diye görüp üzerine gitmemeli...” (Avni Özgürel röportajı, Radikal, 21 Haziran 1998)

Bu açıklamaların fetva diye yayılması üzerine ve Yeni Yüzyıl Gazetesi’nin 16 Eylül 1998 tarihli nüshasında yayınlanan “Fethullah Hoca Türban Attırdı” başlıklı haberine Fethullah Gülen Hocaefendi, avukatları aracılığıyla şu açıklamada bulunmuştur:

“Başörtüsü Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu’nun açıklamalarında da yer aldığı üzere dini bir vecibe olup, dini konularda kişilerin baskı altında tutulmaması gerekir. Fethullah Gülen din ve vicdan özgürlüğünden yana olup, kamuoyunda hoşgörü, uzlaşma ve diyalog yönündeki düşünce ve çabaları ile tanınmaktadır.

Başörtüsü konusunda da tercihi kişilerin vicdani kanaatlerine, kişinin sorumluluk duygusuna ve kalplerin takvasına bırakmak gerektiğini düşünmektedir. Bunun aksine olarak ‘okumak veya görev yapmak için kızlar başını açabilir veya açamaz’ şeklinde bir görüş de beyan etmiş değildir.”

Füruat açıklamalarını neden yaptı?

Fethullah Gülen Hocaefendi, füruat açıklamasından yıllar sonra kendisiyle yapılan röportajlarda, başörtüsü meselesinde füruat açıklamalarını yapmasının nedenini ve amacını ifade eden şu izahları yapıyor:

“O mevzuda da ben şahsen düşüncelerimi ifade ettim. Başını açarsa bir insan kafir olmaz. Bu, fûruata ait bir meseledir. Amentü’nün şartları gibi değildir. İslam’ın esaslarını kabul etmeme gibi bir şey değildir. Belki en kritik bir dönemde sinirlerin çok yükseldiği, asabın bozulduğu bir dönemde yatıştırıcı gibi oldu kanaatindeyim.” (Nuriye Akman röportajı, Zaman, 25 Mart 2004)

“Çocukların okumasına mani olma durumlarının söz konusu olduğu bir dönemde dinin usulü (esasları) ve furuu (o esaslara bağlı ama onlara nazaran ikinci, üçüncü dereceden konular) açısından yaklaşarak başörtüsü ile ilgili düşüncemi arz etmiştim. Kısaca, iman esasları ve İslam’ın beş şartı kadar ağır bir mesele olmadığını ifade etmiş ve başörtüsü veya okulu tercih konusunu insanların vicdanına havale etmiştim. O zaman benim vicdani kanaatim de okumaktan yanaydı. Böyle bir yaklaşım birçok kesimden kimseyi rahatlatma ve Türkiye’nin geleceği adına bana çok önemli gelmişti. (...) Gönlüm arzu eder ki, Batı ülkelerinde olduğu gibi kadın hakları, kanaat ve düşünce hürriyetiyle beraber ele alınsın. Zannediyorum Hıristiyanlığın temel kaynaklarında farklılaşma olmasaydı, rahibelerin başlarını örttüğü gibi, kendilerine ait yazılı kaynaklarda da kadınların örtünme mevzuu yer alsaydı karşı çıkmazlardı ona. (...) Gönlüm çok arzu eder ki, insanlar -idareye karışmamak şartıyla- füruatına kadar dinin emirlerini çok rahat yaşasınlar; vicdan hürriyeti, din hürriyeti dediğimiz mevzularda serbest bırakılsınlar. Kamu alanını genişleteceğimize -bu aynı zamanda insanların hareket alanlarını daraltma oluyor- liberalizme gittiğimiz bir dönemde ferdin hukukunu ve vicdan hürriyetini öne çıkarsak, insanlara dinin usulünü de füruunu da rahat yaşama ortamı hazırlasak.. Meseleyi bir yaşa bağlayarak, şu yaştan sonra serbest bıraksak denilmesi bile olumlu bir adım. Bir gün isteyen istediği gibi yapsın, sınır konulmasın. Türbanın şekil ve çeşitleri de, sanki bir felsefenin, bir hareketin sembolü gibi algılanıyorsa, o tarz ve şekillerde de ısrar etmemek lazım. Bunu bana soranlara ‘Diyanet’e, Din İşleri Yüksek Kurulu’na sorun’ diyorum. O kurumun itibarını korumak da vazifemizdir; çünkü onlar dinin itibarını temsil ediyorlar. Örtünme konusunda da ölçü onlardan sorulmalı; eğer belirttikleri görüşte bir eksiklik olursa, meşhur ve mudakkik alimlerimiz mütalaalarını Diyanet’e gönderirler; eksiklik giderilir, varsa eğer yanlışlık düzeltilir.” (Mehmet Gündem röportajı, Milliyet, 25 Ocak 2005)

İslam’ın tedricilik prensibi

Fethullah Gülen Hocaefendi, daha sonraları da farklı vesilelerle tesettür meselesini İslamî emirlerdeki tedricilik prensibiyle şu şekilde açıklamıştır:

“Tesettür, İslâm’ın ortaya koyduğu esaslara göre kadın ve bir mânâda erkekler için bir örtünme şeklidir ve kimsenin burada aksi bir şey iddia etmeye hakkı yoktur. Ama bu emir, siyercilerin ifadesine göre, Efendimiz’in, Zeyneb bint Cahş’la izdivaç yaptığı zaman gelmiştir ki, bu da Hendek savaşından daha sonraki bir döneme, yani hicretin beşinci yılına tekabül etmektedir. Dolayısıyla Mekke dönemi de hesap edilecek olursa, bu, Efendimiz’in peygamberliğinden tam on sekiz yıl sonra teşri kılınmış demektir. Zira bazı şeylerin iyice sindirilmesi ve kabul edilmesi lâzımdır ki öyle bir meselede hazmedememiş bazı kimselerin itirazı olmasın.. temsil ettiği her İslâmî emirde ayrı bir derinlik, ayrı bir eda ve şive, ayrı bir vakar görüntüsü içinde görsün ve gönül rızası ile onu kabullensin. Bu mevzuda bir diğer husus ise, bu konuyla ilgili hüküm, fıkıh metodolojisi açısından, -inkâr etme başka- olmazsa insan dinden çıkar mânâsına ümmühâttan değildir. Ayrıca fukahâ-i kiramın bu mevzudaki farklı mülâhazaları üzerinde de durmak icap eder; şöyle ki, onlardan bazıları, yüzü açmayı tesettüre muhalif görmezken, bazıları yüzün de kapanması lâzım geldiği üzerinde dururlar. Bu da, üzerinde durulması icap eden başka bir konu.” (“Kur’ânî emirlerde tedricîlik”, Kendi İklimimiz, 2007)

“Başörtüsü meselesini de burada örnek olarak verebiliriz. Kur’ânî bir vecibe olarak tesettür çok mühimdir. O, usûl-i imaniyeye taalluk etmese de, içtimaî ve aile hayatımızda çok mühim bir unsurdur. Tesettür, kadının kapanması gerekli olan yerlerini kapamasıdır ki bu, siyah veya beyaz çarşafla olabileceği gibi, başörtüsü ve mantoyla veya pardösüyle de olabilir. Atalarımızın törelerine uyarak, onların giyim tarzlarını esas alma da önemli sayılabilir. Ancak bu, kendi ölçüsünde bir sevaptır.” (“Efendimiz’in iltifatları”, Zihin Harmanı, 2008)

Başörtüsü dinin açık emridir

Fethullah Gülen Hocaefendi, bu meseleyle ilgili ilk açıklamalarında da açıkça ifade ettiği gibi daha sonraları da hep tesettür ve başörtüsünün Allah’ın emri olduğunu belirtmiştir:

“Tesettür, gerçi dinin esasını teşkil eden imanî meselelerden değildir; İslâm’ın beş şartı arasında da yer almaz. Fakat, Kur’an’ın açık emridir. Farziyeti, hem Kur’an’la, hem Sünnet-i sahiha ile, hem de 14 asırlık İslâm tarihindeki uygulamalarla sabittir. Nur Suresi’nin 31. âyetinde mü’min kadınların başlarını, boyunlarından ve göğüslerinden açık bir yer bırakmayacak şekilde örtmeleri emredilmektedir. Dinin bu konudaki emirleri mezkur ayetle de sınırlı kalmamıştır. Düşünün ki, Peygamber Efendimiz’in pak zevceleri, hükmen mü’minlerin anneleridir. Peygamberimizden sonra onlarla evlenmek mü’min erkeklere haram kılınmıştır. Böyle iken, Ahzab Suresi’nin 59. âyetinde, sadece mü’min kadınlara değil, Peygamber Efendimiz’in pak zevcelerine de ‘Dış örtülerini, cilbablarını üzerlerine salsınlar’ emri bildirilmiş; Sünnet-i sahihanın ve İslâm tarihindeki bütün uygulamaların ortaya koyduğu üzere, el, ayak ve -Hanefi Mezhebinde’de yüz dışında- bütün vücudun bol bir elbise ile örtülmesi emredilmiştir. Arz edildiği gibi, başın tamamını içine alacak şekilde tesettür emri, yalnız Kur’an-ı Kerim’le değil, -aksine hiçbir ihtimal vermeyecek şekilde- Sünnet-i sahiha ve İslâm tarihindeki uygulamalarla da sabittir. Bu hususta müfessirler, muhaddisler, fakihler arasında farklı ve aykırı görüş belirten olmamıştır.” (“Başörtüsü ve provokasyonlar”, Vuslat Muştusu, 2008; Bamteli, 06 Şubat 2008)

“İslâm’ın herhangi bir emrini yapmamak küfür değildir ama, en küçük bir emri dahi olsa onu dahi hafife almak küfürdür. Tesettür mevzuunda Kur’ân’da değişik âyetler mevcut.. aynı zamanda tesettürü ifade eden bazı hadisler de var ki bunlar pek çoğu itibarıyla mütevatirdirler. Âyeti ve âyetin hükmünü inkâr eden kâfir olur. Hadisin mütevatirini inkâr mevzuunda ise ulema, “fîhî nazar” demişlerdir. (...) Binaenaleyh ‘Bu zamanda tesettür olur mu?’ diyen bir insanın durumu tehlikelidir. Ancak, ‘Bu zamanda kadını ille de siyah çarşafa sokmanın bir mânâsı yoktur!’ deme aynı değildir. Çünkü tesettür ne çarşaftır ne mantodur ne de başka bir şey; tesettür, kadının tepeden tırnağa, başka erkekleri tahrik etmeyecek şekilde kapanmasıdır. Bu, siyahla olabileceği gibi beyazla, maviyle veya pembeyle de olabilir. Ancak şu bilinmelidir ki, zâtî tesettürü inkâr veya hafife alma dine karşı çıkma sayılır. Ne var ki bu mevzu fazla kurcalanarak insanlar küfre zorlanmamalıdır. -Allah muhafaza buyursun!- şer’î kıstaslar olmadığından çoğu kimse bu konuda küfre gidebilir. Her şeyden önce akidenin iyice güçlendirilmesi gerekir. Evet, insanlarda dini duygu ve düşünce öyle râsıh hâle gelmelidir ki, onlar dine ait herhangi bir meseleyi konuşurken başlarında kuş varmış gibi konuşmalı, onu uçurup kaçırırım diye ödleri kopmalıdır. Evet, evvelâ, insanları bu hâle getirmek gerekir. Laubali bir insanla, dinin teferruatına ait meseleler konuşulmaz. Böyle bir kişi meseleyi keser atar ve dalâlete düşer. Bu sebeple tesettürü hafife alan kimseyle münakaşaya girişilmemelidir. Zira böyle bir insanın derdi daha büyüktür; büyüğü bırakıp daha alttaki konularda münakaşa ve tartışma, maksadın aksiyle sonuçlanır.” (“İslâmî emirleri hafife almak”, Çizgimizi Hecelerken, 2010)

Tenkitlere Hocaefendi’nin cevabı

Fethullah Gülen Hocaefendi, bu meselede insafsızca tenkitlerin devam etmesi üzerine 06.12.2013 tarihli sohbetinde şu açıklamayı yapmıştır:

“Çıkar birisi füru dediğinizden dolayı sizi tenkit edebilir. Hemen onu tenkite yönelmemelisiniz. Şuna vermelisiniz: Bir, Usuluddin ulemasının bu mevzudaki usul, füru’ tefrikini bilemeyebilir o. İki, sırf sadece birini yerden yere vurmak için bir hafifliğe kendisini salmış olabilir. Fakat Kur’an’a gönül vermiş insanlar hafif olmamalılar bence.

Usuluddin uleması usulü, fürû’u birbirinden ayırmıştır. Bazı meseleler dinin temel disiplinleridir. Onları demediği, etmediği, yapmadığı zaman insan dinin dışına çıkar. Bazı şeyler de vardır ki füru’dur onlar usule göre. Temel disiplinlere göre Usuluddin ulemasının sahabe-i kiramın tarz-ı telakkilerine dayandırarak ortaya koyduğu disiplinlerdir bunlar. Onu yapmadığı zaman kafir olmaz. Yani bir insan namazı inkar etmiyorsa namaz kılmadığı zaman kafir olmaz. Orucu inkar etmiyorsa tutmadığı zaman kafir olmaz. Ve bunun gibi diğer füruât-ı şer’iyyeye dair şeylerde de hüküm böyledir. Ama hafizanallah Allah’ı kabul etmeme, peygamberi kabul etmeme, erkan-ı imaniye dediğimiz şeyleri kabul etmeme ki bunlar usuluddin’dir, ümmühat’tır, bunları kabul etmeme insanı küfre götürür, insan kafir olur, mülhit olur ve ebedi cehennemde kalır. Allah’ın hususi bir muamelesi olmazsa. O mevzuda da bir şey söylemeye mezun değiliz.”

HEADER

0fettah2015-03-12 11:52#1
alenen farz değil demedi. zaten de diyemezdi çünkü etrafındaki kitle hep başörtülü insanlardan oluşmaktaydı. fakat füruattandır diyerek islamın bir emrini hafife aldı basitleştirdi. yıllarca baş örtüsünü dava edinenleri yerle yeksan edip ALLAH düşmanlarının istediği bir söz söyledi.
Quote

Add comment


Security code


Refresh

back to top

BU GÜNLER DE GEÇECEK

ÇATLAYAN RÜYA

ÇARPITILAN BEDDUA!

ŞAHİT OL YA RAB...

Mefkure Yolculuğu