Logo
Print this page

Kendine Güvenen Bir Türkiye AB'yi Güçlendirir

Avrupa bugün İslam'a şüphe, korku ve hatta kinle bakmaktadır. Fakat ne Avrupa ne Müslümanlar birbirinden vazgeçebilir.

Her ikisi de bir arada yaşamaya ve birbirini anlamaya mahkumdurlar. Globalleşme, yeni bir dünya yaşamı bunu gerektirmektedir. Yapılan yeni araştırmalar şunu göstermektedir ki, Avrupa'da yaşayan Müslümanların büyük bir bölümü orada yaşamaktan memnundurlar. Neden memnundurlar? Çünkü bu ülkelerde istikrar var, iş var, daha yüksek yaşama standardı var.

Gariptir ve belki size ters gelecektir: Avrupalıların ekserisi olmamakla beraber önemli bir kısmı da Müslümanlarla beraber yaşamaktan memnundurlar. Demek ki Müslümanlarla Avrupalıların bir araya gelememesinin sebebi çoğunluk değil, aşırı düşünceye sahip gerek Ortadoğulu gerekse Avrupalı bazı kimselerdir.

Şüphesiz ki Avrupa'da yaşayan Müslümanlar ırk, din ve dil itibarıyla ayrılmaktadır ve aşağılanmaktadır. Avrupa'nın da bundan vazgeçmesi gerekmektedir. Avrupa bundan vazgeçmezse gereken birlik ve istikrar sağlanamaz. Ama bunu yalnız Avrupa'dan beklemek kâfi değildir. Müslümanların da Avrupa'ya yeni gözlerle bakması gerekmektedir. Ben Amerika'da yaşamakla beraber bir ayağım Ortadoğu'dadır. Aşağı yukarı her Arap memleketini gezdim. Her sene Türkiye'ye gelip birkaç ay kalıp gidiyorum. Dikkatimi çeken bir olay şudur: Son yirmi yılda Amerika'da yeni bir Türk toplumu oluşmaktadır. Amerika'ya gerçi, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra doktorlar, mühendisler gelmişler. Cemiyetler birlikler kurmuşlar; fakat sayıları az olduğu için ve tam manasıyla Türkiye'yi bilmedikleri için onlar ancak resmi Türkiye'yi temsil etmekle kalmışlardır. Fakat son yirmi yıl içinde Amerika'da kurulmaya başlayan toplum gerçek manada Türk toplumudur. Türkiye'nin her yerinden gelmiş tahsil derecesi en yüksek belki lise diploması olmayan kimseler bu toplumda kendi geleneğine, dinine sadık kalarak fakat Amerika'nın şartlarına da uyarak kendi kimliğini ve toplumunu kurma imkanı bulmuşlardır.

Çok Kültürlü Dünyada Müslümanlar...

Öyle ki üniversitelerin araştırma merkezleri bunlar üzerinde büyük çalışma yapmıştır ve bunlar yakın zamanda da yayınlanacaktır. Bizzat bunların içine gidip gören biri olarak şunu söyleyeyim ki bu Türk toplumunun medeni kabiliyeti ve Batı cemiyetine uyma kabiliyeti iş bilgisi harikuladedir, yirmi yıl içinde iş sahibi olmuş yüzlerce işletme var. Aralarında milyoner olanlar var ama bunlar geldikleri topraklara, mensup oldukları dine ve millete sadık kalmışlardır. Bunlar hem Türk hem de Amerikalı. İki kimliği bir arada yaşatabiliyorlar. Avrupa'da milyonlarca Arap asıllı Müslüman var, bunların arasında aynı başarıya ulaşmış kimseler vardır. Bunlar da Arap Müslüman ve medeni insan olarak yaşamaya kararlıdırlar. Avrupa'nın onları bağrına basması gerektiği gibi bizim de onları anlamamız; desteklememiz gerekmektedir. Eğer biz dünyaya açılacaksak çok kültürlü dünyada yaşamayı öğrenmeliyiz büyük laflar arkasına sığınarak yaşanan gerçekleri görmemezlikten gelemeyiz. Gerçekten yeni bir Ortadoğu düşünüyorsak Ortadoğu'yu yeni ölçüler içinde düşünmemiz gerekmektedir. Peki Ortadoğu'nun ana meseleleri nedir? Dışişleri Komitesi'nin Washington'da Arap ülkeleriyle daha birkaç Müslüman ülkede yürütülmüş bir anketi var. Bu ankette halkın ne istediği sorulmuştur. Mısır, Fas esas alınmak üzere halkların birinci isteği eğitim, ikinci isteği siyasi değişim yani demokrasi, üçüncü isteği iş imkanları, dördüncü isteği rüşvete son vermek olmuş. Aşağı yukarı Türkiye'de de vaziyet buna benzer. Bunlar üzerinde uzun uzadıya durmak mümkün.

Gerçekten Ortadoğu'nun sorunu eğitimdir. Türkiye'nin sorunu da eğitimdir ama eğitimi okul kurmak, öğretmen yetiştirmek olarak görüyorsanız buna hayır demek lazım. Türkiye halkının yüzde sekseni okur yazar yaş gruplarına göre değişiyor. Arap ülkelerinin bazılarında da durum çok iyi fakat değişmeyen bir şey vardır; okul kitaplarının muhtevası. Aynı ezbercilik, tepeden inme fikirler, anı geçmiş asırlar özlemi, İslam altın çağı, Asr-ı Saadet gibi özlemler, evet bunlar çok güzel olmakla beraber oraya dönemeyiz. Onlar çok güzeldir; ama İslam'ın altın devrinin nasıl kurulduğunu anlamamız gerek. Onu okutup da biz böyleydik, şöyleydik demek değil, o altın devri incelediğiniz zaman bugün modern çağın pek çok şartlarını o gün orada yerine getirildiğini görüyorsunuz. Fikir hürriyeti, serbest tartışma fikirlerinden dolayı kimseyi mahrum etmeme gibi birçok fikrin bir arada yaşadığını görüyoruz. Yani demokrasinin esası olan tüm önemli tecrübeleri ve altın çağı yaratan nedenlere bakmıyoruz, biz okulda bunları okutmuyoruz. İşte bu çağda bilmem şu filozof yetişmiş, filan adam yetişmiş, işte bir Farabi gibi nice değer ortaya çıkmış gibi.

Evet bunlar yetişmiştir fakat Farabi hangi okuldan yetişmiş, onun düşüncesini oluşturan temel unsurlar nelerdir, bunlar araştırılmamıştır. Bugün hayata dönük pratik güncel meselelerle de ilişkisi olan eğitime; insanların daha iyi yaşamasına, diğerlerini eşit şartlar halinde kabul etmesine imkan veren bir eğitime ihtiyacımız var. Yani özlediğimiz toplumu ilkokulda gerçekleştirecek bir hayat tarzı verebilecek bir eğitim ve Türkiye'de de bu böyledir. Ben Türkiye'nin pek çok üniversitesinde ders verdim. Evet, üniversitelerimizde daha büyük gelişmeler olmuştur, fakat yine de halktan kopukluk, hâlâ ezbercilik, hâlâ kendini dev aynasında görmek berdevamdır. Toplumdan kopmuş, toplumun hislerine uymayan bir eğitim sistemi başarı sağlayamaz. İleriye dönük, içeriği gerçek manada dinamik, modern bir eğitim olmadan ne ilerleme ne gerçek manada modernleşme mümkündür. Bence onun için Ortadoğu'nun, bu arada Türkiye'nin yapacağı ilk büyük çaba bu eğitimin değişmesi, içeriğinin değişmesidir. Bunun üzerinde söylenecek daha birçok şey var, bunu kısa kesip demokrasiye geçiyorum.

Demokrasi nedir? Bir bakıma demokrasi insanların eşit, birbirine hürmetkar, kendi duygularını ve isteklerini yerine getiren hükümete sahip ve hükümeti değiştirme hakkına sahip bir rejim demektir. Demokrasi hiçbir zaman başka yerden olduğu gibi, kalıp gibi alınıp bir diğer cemiyetin başına geçirilemez. Eğer Türkiye'nin 50 yıllık demokrasi tarihini incelerseniz, bu demokrasinin de Batı'nın şartlarını yüzde yüz yerine getirerek oluşmadığını, tam tersine bu toplumun içinde birçok geleneklere, tecrübelere, yaşam şartlarına uyarak gerçekleştirildiğini görürüz.

İslam, Demokrasiyle Uyuşur mu?

Hıristiyanlıkta demokrasiyle bağdaşacak pek fazla bir şey yoktur. Batı cemiyeti de bin yıl karanlık bir dönem içinde yaşamıştır. Demokrasiyi, Batı, İncil'e dayanarak yaratmamıştır. Laik, yepyeni bir yaşam tarzı düşünerek yaratmıştır. İslam cemiyetine ve Ortadoğu'ya gelince, illa demokrasinin bir kökünü dinde bulmak isterseniz bunu İslam'da kolayca bulabilirsiniz. İcma'dan tutunuz, meşverete, şûraya kadar bu ana mefhumlar demokratik mefhumlardır. İlla bu mefhumları dinde, kültürde arayacaksanız, bunları İslam'da bulabilirsiniz. Fakat bu umdeler ve bu prensipler yüzlerce seneden beri İslam'ın bünyesinde yaşamasına rağmen, buna dayanarak bir demokrasi kurulmamıştır. Bunlarla, yani bu prensiplerin, kendiliğinden harekete geçerek bir demokrasi kurmasına imkan yoktur. Demokrasi nihayet insanların ileriye dönük isteklerinden, vizyonlarından, insan anlayışından, toplum anlayışından doğan ve bunu kendi kültürüyle, geleneğiyle birleştiren bir düşünceden, bir histen doğar. Yani benim söylemek istediğim şudur: Modernite, ileriye dönük bir yaşam şartı, geçmişi, geleneği unutmak manasına gelmez. Gerçek manada ileri bir yaşam, tarihî geçmişi, bugünle yarınla birleştirebilen bir yaşam biçimidir. İşte, içinden baktığımız zaman, Ortadoğu'nun ileriye dönük gelişmesi, her şeyden evvel kendini yoklaması, özlüğünü, işin özünü bulması ve ileriyi doğru dürüst tanıması ve bugün dünyaya hakim olan değerleri paylaşmasıyla mümkün olacaktır. Türkiye bunların bir kısmını yerine getirdiği için, bugüne gelmiştir. Ama Türkiye bugüne geldiği için mutlaka bunu Avrupa'nın tanıması, AB'nin Türkiye önünde diz çökmesi manasına gelmez. Aman bakın size benzedik, sizin gibi olduk deyip de her şeyi oradan beklemesi de asla beklenemez. Bu kadar büyük bir geçmişi olan, bu kadar büyük bir mazisi, bir kültürü, bir ruhu olan, bir toplumun illa ben Avrupa kültürünün bir parçası olacağım diye, gidip de onun önünde diz çökmesi beklenemez.

Avrupa'dan vazgeçer miyiz? Vazgeçemeyiz. Ama Avrupa'ya eşit şartlarla girmemiz gerek. Ancak eşit şartlarla giren, alnı yukarıda, her zamanki gibi kendine güveni olan bir Türkiye, AB'yi kuvvetlendirir. Ben bütünleşmiş bir dünyayı, kendi dilini, dinini ve özünü koruyan toplumlardan oluşacak yeni bir dünyayı böyle görüyorum ve Ortadoğu'da böyle bir dünyanın kurulması için Türkiye' ye büyük bir yer ayırıyorum.

 

__________________________________

(*) Bu yazı değerli Türk tarihçisi Prof. Dr. Kemal Karpat'ın 14-15 Temmuz tarihleri arasında gerçekleştirilen 11. Abant Toplantısı'nın "Küresel Politikalar ve Ortadoğu'nun Geleceği" konulu Abant Platformu'nda yaptığı açılış konuşması metninin kısaltılmış şeklidir.

(**) Prof. Dr. Kemal Karpat, ABD'de bulunan Wisconsin Üniversitesi'nde öğretim üyesidir.

Kaynak: gyv.org.tr  21.07.2006


© 2015