Fethullah Gülen Hocaefendi'nin diğer dinî cemaatlere/gruplara bakışı
- Written by fgulen.com
- font size decrease font size increase font size
- Add new comment
Fethullah Gülen Hocaefendi'nin "Cemaatler arası hoşgörü, müsbet hareket ve kardeşlik" konulu sohbetini görüp de Hocaefendi'nin bu hassasiyetini bilmeyenler arasından onun bu söylediklerini yeni bir halin gereği imiş gibi algılayanlar olabiliyor. Halbuki o değil dünya çapında henüz Türkiye'de bile geniş toplum kesimlerince tanınmazken Diyanet bünyesinde vaiz olarak görevli olduğu dönemlerden itibaren her fırsatta dindarlar arası ve dinî gruplar arası diyalog, uzlaşı, hoşgörü, kardeşlik duygu ve düşüncesinin önemini ve gereğini beyan etmiştir. Bu mesele hakkında Hocaefendi'nin 1960'lı yıllardan beri çeşitli vesilelerle ifade etmiş olduğu duygu ve düşüncelerini derleyerek sunduğumuz bu kısa metni okuyanlar onun bu hassasiyetinin eskiden beri var olduğunu göreceklerdir.
Zaten İslam'ı hayatına hayat yapmaya her dem gayret eden ve İslam'ın her insanın hayatı için hayat olmasını arzu eden bir Hocaefendi'nin, yani "müminler ancak kardeştir" buyruğuyla amel eden ve bu buyruk gereği dünya üzerindeki her insanın kardeşlik kıvamına ermesini dileyen bir Hocaefendi'nin aynı dini paylaştığı diğer cemaatler hakkında farklı bir duygu ve düşünce içinde olabileceğini düşünmek olsa olsa onu tanımamaktan ve gerçeği bilmemekten kaynaklanacak yanlış bir düşünce olacaktır.
19.02.2013 tarihli sohbetinde "Kırk senedir ben hep öyle hitap ettim. Yine, sadece 'Mahmud Efendi' deyip geçmedim. 'Çarşamba cemaati' deyip hakaret ifade eden bir tabirle ele almadım. Hep 'Mahmud Efendi hazretleri' dedim ve bunların hepsinin kendilerine göre çok önemli hizmetler icra ettiklerine inandım." diyen Hocaefendi 2010 tarihli bir sohbetinde de şu ifadeleri kullanmıştır: "...Çarşamba'daki insanlar değil, Mahmud Efendi Hazretlerine intisap eden insanlar; Süleyman Efendi Hazretleri; Hilmi Bey Hazretleri, Sami Efendi Hazretleri, Esad Efendi Hazretleri... Şu kamp havzasında bile kaç tane Esat var baksanız. Benim yakınlarımda Esat yoktu ama ben o zatlara saygımın gereği belki en çok koyduğum isimler Esad Efendi, Sami Efendi, Mahmud Efendi..." "...Genel tavırlarımızı ve hizmet düşüncemizi gözden geçirerek başkalarını rahatsız edebilecek hal ve davranışlarımızı düzeltmemiz gerektiği gibi; Allahu Teala'nın yaşattığı iç içe inkişaflarda diğer mü'minlerin paylarını da nazar-ı itibara almamız icab eder." ("Gruplar Arasında Vifak ve İttifak", Bamteli, 05.04.2010)
Yine yakın tarihli ABD sohbetlerinden birinde Hocaefendi, cemaatler arası kardeşliğin önemini anlatırken meseleyi şöyle ifadelendirmiştir: "Cadde-i Muhammedî (sallallâhu aleyhi ve sellem) aynı zamanda bütün mizaçlara, mezaklara, meşreplere açık, hepsine bir yönüyle yol veren, adeta böyle aynı hakikate bağlı pek çok damarın birdenbire işletildiği ve içinde yolların bulunduğu hepsiyle Allah'a yüründüğü bir yoldur. Meseleye bakarken böyle baktığınız takdirde zannediyorum bugün olmazsa da yarın değişik hareketler arasında bir kısım ortak şeyler bulunarak, koordinatlar bulunarak Allah'ın izni inayetiyle ya onlar o ittifaka ve ittihada vesile olur veya siz vesile olma adına ilk adımı atarsınız. Onun sevabını paylaşırsınız. Allah inayetini sizin, bizim, onların, bütün ehl-i imanın üzerinden eksik etmesin." ("Cemaat ve Kardeşlik", ABD Sohbetleri)
Gruplaşma tabii ve fıtrîdir
Fethullah Gülen Hocaefendi'ye göre; insanların dinî veya sosyal cemaatler, cemiyetler, camialar, gruplar ve hareketler halinde yaşamlarını sürdürüp faaliyetler yürütmesi, insanların tabiat ve fıtratlarındaki farklılıklar gibi tabii bir olgudur. Dolayısıyla bu farklılıkların tabii oluşunun farkına varılmalı, farklılıkları zenginlik olarak görmeli, farklılıklar ile birlikte sevgi, saygı, hoşgörü, barış ikliminde yaşamanın yolları aranmalı ve uygulanmalıdır.
"Gruplaşma hissi, insanın fıtratında vardır ve hükmünü icrâ edecektir. Asıl mesele, bu duyguyu zararsız, hatta fâideli kılmaktır. İyi kanalize edilememiş bu his, çok defa insana da insanın tabiatına da zıt bir istikamette gelişir ve zararlı olur. Cehâlet, görgüsüzlük, bağnazlık gibi içtimâî ârızalar, bu hissi baskı altında tuttukları müddetçe her an kanlı bıçaklı kavga hazır demektir. Aksine, ilim ve irfanın, hoşgörü ve müsamahanın yaygınlaştığı nispette de, anlaşma ve uzlaşma pozisyonları doğar ve grupların ittifak edeceği bir (sulh çizgisi) belirir. Böylece fıtrat ve onun kanunları içinde kısmen reaksiyonlarımız frenlenmiş, hiddet ve öfkelerimiz de dinmiş olur." ("Sulh Çizgisi Üzerine", Sızıntı, 1979)
Hocaefendi'ye göre kendi grubu dışındaki hak ehline düşmanlık beslemek tevbe gerektiren büyük bir günahtır: "Bütün siyasî kuruluşlar, gayri siyasî fertler ve cemaatler; hatta düşünürler, yazarlar ve mürşitler, nefislerine ve hiziplerine muhabbetten dolayı inhisara sapmış ve dolayısıyla da kendi dışlarında kalan hak ehline düşmanlık beslemişlerse, büyük günah içindedirler ve teker teker tevbe etmeleri farzlar ötesi farzdır." ("Tevbe", Sızıntı, Ekim 1981)
İslamî cemaat ve gruplara bakış
Fethullah Gülen Hocaefendi'nin farklı zamanlarda çeşitli vesilelerle yapmış olduğu açıklamalardan sadece alıntıladığımız bölümler bile incelendiğinde onun her fırsatta aynı hakikati ifade ettiği görülecektir:
"Hususiyle bugün, İslâm, iman ve Kur'ân'a hizmet etme davasında, maksatta hedefte bir olmakla beraber, vesile ve yollarda farklı mülâhaza ve farklı düşüncelere 'meşrep' nazarıyla bakabiliriz. Dünyanın şarkında ve garbında, kim dine, imana hizmet eder; kim âli olan İslâm dinini âli gösterirse, meşrebi ne olursa olsun o kabul edilmeli, takdir görmeli ve alkışlanmalıdır. Yollar, metotlar bir olmayabilir. Önemli olan hedef ve maksat birliğidir. Bu yolların değişik değişik olmasına tesir eden çeşitli sebepler vardır. İnsanın yetiştiği muhitin, aldığı kültürün, onun üzerinde tesiri olduğu gibi, aynı zamanda, Esmâ-i İlâhiye'ye mazhariyet keyfiyetinin de tesiri vardır. Buna göre, ayrı ayrı meşreplerin zuhur etmesi normaldir ve öteden beri de zuhur edegelmiştir." ("İslâm'da Meşrepçilik Var mıdır? Sahabe-i Kiram Arasında Böyle Ayrılıklar Oluyor muydu? Birleştirici Bir Fikir Ne Olabilir?", Asrın Getirdiği Tereddütler)
"İrşad ve tebliğde bulunan, dine hizmet eden bütün mü'minler, bütün cemaatler alkışlanmalı ve haklarında dua edilmelidir; evet, Allah'ı ve Resûlü'nü seven ve anlatan herkes, Allah ve Resûlü'nden ötürü sevilip tebcil edilmeli, muhterem bilinmeli ve kendisine saygı duyulmalıdır. 'Sadece benim yolum haktır.' demeyip, başkalarına da hayat hakkı tanınmalıdır." ("Dine Hizmet Eden Şahıs ve Cemaatlerin Birbirleriyle Münasebetleri Nasıl Olmalıdır?", İnancın Gölgesinde, 1991)
"...bugün de Müslümanlar arasında çok ciddî ayrılıklar, çekememezlikler, nefretler ve hatta birbirlerini yıkacak şekilde davranışlar ve hazımsızlıklar var. Bunlar birbirini tanımadığı için belki Cenâb-ı Hak bu tür ayrılıkları mazur görebilir. Bence, Allah rızası için gayret gösteren kimselerin hizmetlerinin bütün bütün heba olacağını düşünmek yanlış olur. Hizmet ehli insanlar bir tarafa, biz, avam-ı mü'minin davranışlarını dahi hüsnüzan ile iyiye hamletme mecburiyetindeyiz. Öyleyse meselenin içinde değişik bir nokta daha var. O da, günümüzde Müslümanların birbirlerini bilmemeleri, tanımamaları ve içtihat edip hizmetin hayırlısı böyle olacak zan ve zehabına kapılmalarıdır. Bazıları, 'Biz, ümmet-i Muhammed'i ancak gönül heyecanı ve aşkla kurtarabiliriz.' bazıları 'Bunun yanında milleti ancak akla uyarmakla ve tenbihle kurtarabiliriz.' bazıları 'Günümüzün insanını ancak eğitimle kurtarabiliriz.' bazıları da bunların hepsini cem ederek, 'Ümmet-i Muhammed'in kurtarılışı, dirilişi, tenbihi, uyarılması ancak aklın yanında kalbin, kalbin yanında da hissin ve letâifin uyarılmasına bağlıdır; zira insanın aklında, ruhunda, kalbinde, hissinde, duygularında bir boşluk olduğu sürece, o insanın gerçek mü'min olmasına imkân yoktur.' diyeceklerdir; diyecek ve kendi içtihadına göre hareket edecektir. Belki bunların içinde bir tanesi en doğrudur ve en güzeldir. Fakat diğerleri de çirkin değildir. Böyle durumlarda doğru olan şey de şudur: 'Herkes 'Benim mesleğim en güzel ve en doğrudur.' demeli ama 'Güzel ve doğru sadece benim mesleğimdir.' dememeli ve başkalarının mesleğinin butlanını iddia etmemelidir." ("Müslümanlar Arasındaki İhtilaflar", Zihin Harmanı)
"Suizan etmek haram, suizanna vesile olmak da bir yanlışlıktır. Bu açıdan arkadaşlarımız, ehl-i hizmet olan, iman ve Kur'ân'a hizmet davasında farklı metotları benimseyen dostlarımızı mutlaka ziyaret etmeli, yanlış anlama ve anlaşılmalara medar olabilecek hususları anlatarak, onlara günah işleme imkân ve fırsatı vermemelidirler. Zira herkes kendi mesleğinin, meşrebinin muhabbeti ile yaşayabilir.. yaşamalıdır da. Evet, herkes kendi istidat ve kabiliyetleri doğrultusunda, düşüncelerine uygun gelen yeri bulmuş ve o kulvarda hizmetine devam ediyor, devam etmeli de. Meşrebinin muhabbeti ile yaşamalı, başka meşreplere dil uzatmamalı. 'Hasen'i bulduktan sonra 'ahsen'in münakaşasını yapmamalı. Yani Hüseyin'i bulduktan sonra Hasan'ın peşine düşmemeli. Zira Hasan da mutlaka Hüseyin'in bulunduğu yerdedir. Ayrıca, herkesle diyaloğa açıldığımız şu dönemde, sayılamayacak kadar çok fasl-ı müşterekleri olan Müslümanların, meşrep farklılığından dolayı birbirlerini çekiştirmelerini, iftirak içinde olmalarını izah etmek çok zor olsa gerek!." ("Metot farklılığı", Fasıldan Fasıla-3)
"En isabetli hizmet, Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat'in çizgisinde verilen hizmettir ve bu çerçevede gerçekleştirilen bütün grupların hizmetini alkışlamalıdır. Bana göre, hizmet eden kim olursa olsun, mutlaka ona muzahir olmak gerekir. Zira böyle bir düşünce ve anlayış, hakka hürmetin ifadesidir. 'Hakkı sadece ben temsil edebilirim. Hak sadece benim cephemdedir.' düşüncesi, samimiyetle söylense ve hüsnü niyete makrun olsa da, nefisperestlik ifade ettiğinden/edeceğinden dolayı Allah indinde makbul değildir. Zira Allah'a giden yollar, mahlûkatın solukları sayısıncadır." ("En İsabetli Hizmet Yolu", Kendi İklimimiz)
"İmana ve Kur'ân'a hizmette, hakâik-i imaniyeyi göğüsleyebilecek her hizmet, makbul ve merğubdur. Biz de onu alkışlama mecburiyetindeyiz. Ancak fert olarak hangi hizmeti daha çok beğeniyorsak, bütün himmetimizi o hizmet istikametinde sarf etmemiz icap eder. Bu da inanan insanların basiret ve idrakine bırakılmış bir durumdur." ("Yol Düsturları", Kendi İklimimiz)