Kararlı İftira Faaliyetleri Üzerine Sosyo-Psikolojik Bazı Tespitler-3
- Written by Hamdi İşcan
- font size decrease font size increase font size
- Add new comment
Toplumun on binde birini, belki yüz binde birini teşkil etse de, bir vakıa olarak, ilim, irfan ve eğitim faaliyetlerine, bu faaliyetleri teşvik eden zata karşı, "bir kaşık suda boğma" cinnet derecesinde kinle, nefretle, gayzla dopdolu bir kesimin bulunduğu da muhakkaktır.
Herhalde; hayatını, sahip olduğu herşeyi, bir adanmışlık ruhu içerisinde, milleti ve insanlığı için vakfeden eğitim gönüllüleri bu inanılmaz tavır karşısında şaşırıp kalıyorlardır;
kalıyorlar ve "bizim elimizde ışık var, ışık kimseye zarar vermez, ışık incitmez, ışık incitmelere vasıta da edilmez, o sadece aydınlatır, yükseltir. Allah aşkına şu kadar yıldır yapılan, şunca ilim, kültür, eğitim faaliyetlerinden kim, ne zarar görmüştür" diye zaman zaman inkisar duygularıyla içten içe burkuntu yaşıyorlardır.
Evet, gerçekten bu güzelliklere, karşılıksız-beklentisiz gerçekleştirilen bu hizmetlere, bu masum düşünce ve anlayışa karşı hiç kimsenin itirazı olmamalı diye düşünülür. Ancak marjinal bir kesimin, itiraz bir yana, şeytan-ı racimden başka kimsenin nefret duymayacağı/duymaması gerektiği, incinse de kimseyi incitmeyen, kendisine zulm edilse de asla can yakmayan, dikenler arasında olsa da mutlaka gül diken ve hep gül türküleri söyleyen, dövene elsiz, sövene dilsiz bu derviş ruhlu insanlara karşı, organizeli ve mütemadi bir kin ve nefret politikası güttüğü de bir vakıadır.
İşte biz, bu yazı silsilesinde, kronik hale gelen böyle bir iftira tiryakiliği, iftira hastalığının sebeplerini tesbit etme gayreti içinde bulunuyoruz. Böylece hem cinnet seviyesindeki müfteri mantığına, hem böyle bir tehlikeden azami derecede korunulması gerektiğine dikkat çekmeye, hem de böyle bir hastalığın tedavisi için uygulanması gereken usuller adına küçük de olsa bir kapı aralamaya çalışıyoruz.
Bu düşünceden hareketle, psikoloji ile sosyolojinin iltisak noktasında duran sosyal psikoji bilimi açısından maddeler halinde konuyu incelemeye devam etmek istiyoruz:
"Alemi Nasıl Bilirsin; Kendin Gibi" Bakış Açısı
Materyalist ve maddeci felsefeyi esas alan "izm"lerin hepsi varlığı bir kaos, kargaşa ve kavga sahası olarak gördüklerinden, böyle bir varlık telakkisinin tabiî neticesi olarak, insan ferdlerini de, "birbirinin kuyusunu kazan, sadece menfaat ve çıkar amaçlı hareket eden, birbirinin kurdu olan iki ayaklı canavarlar" olarak algılamış, "insan"ı başka türlü düşünmenin mümkün olmadığını ve hatta bunun tabiî ve kabul edilebilir bir vakıa olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Bu sebeple onlara göre hayatın dayanak noktasını "kuvvet" teşkil ediyor. Kuvvetin biricik hedefi ise menfaati elde etmektir. Bu hedefe ulaşmanın tek yolu da kavga ve savaştır. Naturel seleksiyon canlılar aleminde sözkonusu olduğu gibi, insanlar aleminde de caridir. Güçlü olan ezer-geçer, zayıf olan ezilir-yok olur-gider. Bu yüzden bitkiler ve hayvanlar aleminde yardımlaşma-dayanışma gibi hususlar sözkonusu olmadığı gibi, insan fertleri arasında fedakârlık, diğerkâmlık, başkası için yaşama, hele hele başkası için kendini feda etme... vb. niyet ve faaliyetler hakiki manada mevcut değildir. Var olarak görülen şeyler de bir aldatma ve istismar yatırımıdır.
İşte iftira faaliyetlerinde elebaşı konumundaki kişilerin ruh portreleri daha yakın plandan incelemeye tabi tutulduğunda, onların, bu mantalite üzerine kurulu kendi iç dünyalarını biricik ölçü kabul ederek dış dünyayı böyle bir perspektiften tanımlayıp görmeye çalıştıkları, kendi dünya görüşü gözlüklerinden diğer insanları değerlendirmeye tabi tuttukları anlaşılacaktır.
Bundan dolayı anlayamıyorlar bir türlü ve bu mantaliteyle devam ederlerse anlayamayacaklar bir türlü; Boğaziçi, ODTÜ, Marmara gibi itibarlı üniversitelerden mezun olur-olmaz, 22-23 yaşında, henüz çiçeği burnunda, yaşıtlarının, gençlik zevk ve lezzeti peşinde koştuğu bir delikanlılar topluluğunun, anne-babasından ayrı, Türkiye'den binlerce kilometre uzakta, hayatını idame ettirecek ölçüde aldığı cüz'i bir maaşla, hayat standarları itibariyle hayli düşük bir beldedeki okulda öğretmenlik, belletmenlik yapmasını… altı ay boyunca devlet yardımı olarak verilen patatese talim etmesini.. parasızlık nedeniyle üç ailenin bir evi paylaşma durumunda kalmasını... Arnavutluk'ta iç savaş halinde çatışmalar sürerken hayatları pahasına okul idarecileri ve öğretmenlerin eğitim yuvalarını terk etmemelerini.. Kuzey Irak'ta ölümle burun buruna kalan genç muhacirlerin eğitim meşalesini ayakta tutmalarını... Afgan iç savaşının ortasında; bombaların, mermilerin altında, yoksul ve gelecekleri gasp edilmiş Afganlı çocuklara eğitim götürüp umut taşımalarını... Tuna boylarında boğulmakta olan öğrencisini görünce "ben seni kaybetmeye değil, kazanmaya geldim!" deyip suya atlayan ve öğrencisini kurtarırken kendisi şehit olan babayiğidi..! Ve daha nice ciltlere mevzu olacak göz yaşartıcı tabloları..!
Evet, Cenab-ı Hakk'ın rızasını yani ebedi hoşnutluğu kazanma gibi, hiç bitmeyen bir aşk u şevk menbaına inanmayan materyalist bakış açısının bu gayretleri ve bu gayretlerin arkasındaki niyet ve saiki anlamaları elbette mümkün değildir.
Bu sebeple fedakarlık, diğerkâmlık, insanlık için bir şeyler yapma, yaşatmak için yaşama... vb. mülahazalara ihtimal dahi vermeyen bu kafa yapısı, alemi de kendisi gibi zannederek, bir türlü anlam veremediği bu engin iyi niyet ve insanî mülahazalara karşı kendi kararmış iç dünyaları penceresinden bir tavır ortaya koymakta ve kendi perspektiflerinden hükümler kesip biçmektedirler. Daha sonra belli bir süreç sonucunda, bu karakuşi hükümlere taassup heyecanı da ilave edilince dört elle zihinlerinde ürettikleri vehimlere sarılıp bir iftira üretim merkezi halinde, bu iddiaları bütün topluma da pompalama gayreti içine girmektedirler. Ne var ki, ne yalancının mumunun yatsıya kadar yanması, ne de güneşin balçıkla sıvanması mümkündür. Gerçeklerin er-geç bir gün gün yüzüne çıkma gibi bir huyu vardır. Gözlerini kapatanlar sadece kendi dünyalarını karartır, gündüzlerini geceye çevirirler.
Ancak onların "cinnet" diye isimlendirebileceğimiz bu hali sadece kendilerini ilgilendiren, sadece kendilerine zarar veren bir vakıa olarak da görülmemelidir. Nasıl ki, bir mecnun her ne kadar akla, mantığa, muhakemeye zıt akıl dışı tavır ve davranışlarda bulunuyor ve bu haliyle en büyük kötülüğü yine kendi eliyle kendisine yapıyor da olsa, onun bu hali, ihmal edilmeksizin, uzman hekimler tarafından ilmî araştırma ve incelemelere tabi tutuluyor, böyle bir hastalığın ortaya çıkmasına yol açan sebep ve saikler ilim, akıl, mantık, muhakeme perspektifinden tesbit edilmeye çalışılıyor, böylece toplumun o ferdin muhtemel cinnet nöbetlerinden zarar görmemesi için tedbirler alınmış oluyor, aynen öyle de, kanaatimce, iftira mantığının arkasındaki akıl almaz o psikolojik fenomen de sebep ve saikleriyle çok iyi tesbit edilmeli, yapabileceği tahribat hiçbir zaman küçümsenmemeli ve nazardan da asla dûr edilmemelidir.
Bu sebeple, bu mevzuda sözü uzatıyor olduğumuzun farkında olsak da, böyle bir endişeden dolayı bir müddet daha aynı konu üzerinde i'mal-i fikirde bulunmaya devam etmek istiyoruz.