Kararlı İftira Faaliyetleri Üzerine Sosyo-Psikolojik Bazı Tespitler-1
- Written by Hamdi İşcan
- font size decrease font size increase font size
- Add new comment
İncelerden ince ruh hali, şefkat dolu sinesi, engin hoşgörüsü; tarihte ender görünen bir açılımla Türk insanının, cihanın dört bir bucağına açılmasına vesile olması; teşvik ettiği eğitim-öğretim müesseselerinin dünya çapındaki bilim olimpiyatlarında altın madalyalar kazanması; herkesi kendi konumunda kabul edip kavgadan hep uzak durması; derin bir vukufiyetiyle kaleme aldığı, ilhamla bezenmiş, yeni yeni sentezlerle zenginleştirilmiş ilmi ve fikri eserleriyle ilim dünyasında takdirlerle karşılanıp hüsnü kabul görmesi;
rekabet damarını tahrik etmeden devamlı müsbet hareket peşinde olması; nefret, hased, kin duygularını harekete geçirecek, tahrik edecek iddialı tavır ve davranışlardan sürekli uzak durma gayreti... ve daha burada sayamayacağımız nice hususiyetleriyle Fethullah Gülen Hocaefendi ve ilham kaynağı olduğu hareket, nasıl oluyor da, toplumun az bir kesimini teşkil etse de, şirzime-i kalil (küçük, az bir grup) tarafından sürekli iftira faaliyetlerine maruz kalıyor.
Bu sorunun cevabı için tek bir sebep söylemek mümkün değildir. Zaten içtimai hadiseleri tek bir sebebe irca ederek açıklama tarzı günümüz sosyolojisinde kabul görmemektedir. Bunun yerine çok sebeplilik ilkesi tercih edilmektedir. Buna göre “E” sonucunu sadece “A” sebebine bağlı izah etmeye kalkışmak meseleyi eksik ve hatta yanlış anlamalara yol açabilir. Aksine “E” sonucu, “A, B, C, D” sebeplerinden her birinin ve/veya bütününün bir sonucu olabilir.
İşte biz bu yazıda, çok sebeplilik ilkesini göz önünde bulundurarak karalama kampanyaları ardındaki birkaç sosyo-psikolojik saiki tesbit etmeye çalışacağız:
1-Aşağılık Kompleksi
Dünyada pek az millete nasip olacak muhteşem ve şanlı bir geçmişe sahip bulunsak da, milletimiz, yaklaşık 300 yıldır mağlubiyetler, mağduriyetler, mazlumiyetler altında bulunmaktadır. 3 asır, 60 yıllık ortalama ömürden beş nesil eder. Demek ki beş nesil üst üste ezilmişlik ve mağlubiyet psikolojisi altında inim inim inlemiş bir milletin evlatlarıyız biz. Bu ruh hali kendimize karşı derin bir güvensizlik hissi oluşturmuştur. Bu sebeple kendi insanımızın, kendine has dinamikleriyle ciddi herhangi bir başarı elde edemeyeceği kanaati, bu psikolojik durumu üzerinden atamamış kişilerde, maalesef demlerine-damarlarına işlemiş bir şuuraltı önyargısı halinde yerleşmiş bulunuyor. Derin bir aşağılık kompleksi ile iradeleri sarsık bu zevata göre eğer ortada yeryüzü çapında bir hareket varsa bunu bizim insanımızın yapması mümkün değildir. Arkasında muhakkak yabancı bir güç veya güçler aranmalıdır. Ya ABD veya AB veyahut da herhangi bir ecnebi güç. Ama kesinlikle Türk insanı değil.
Başarının kendisi suçtur adeta bu bakış açısına göre. Başarılı insanlar da yabancı güçlerin ajanı ve piyonu konumundadır. Zihinlerinde meseleyi o kadar kolay ve basit şekilde çözüme kavuşturmuşlardır ki, iki önerme, bir sonuç cümlesi ile herşeyi halletmiş olmanın rahatlığını yaşarlar: Günümüzde süper güçlerin izni olmadan adım atılamadığına göre ortada bu ölçüde çaplı bir hareket varsa, bu insanların dışa bağımlılıklarını isbat etmek için başka herhangi bir delile (!) gerek yoktur. Ortada inkar edilemez halde duran eserler, faaliyetler ise ancak süper güçlerin perdeli, örtülü birer tuzağından ibarettir.
Görüldüğü gibi bu bakış açısı şu anki büyük devletleri adeta ilahlaştırıyor, onları mutlak güç gibi görüyor. Kendi insanına, kendi insanının başarılarına ise bir türlü inanmıyor/inanamıyor. İşte zannediyorum iradesi mefluç, önyargılarıyla kendi elini-kolunu bağlamış, manen kötürüm vaziyetindeki bu ruh hali, peşin hüküm ve ön yargılarla adeta kendiliğinden bir suçlama ve karalama merkezi haline geliyor, kendini çamur atma psikozuna kilitliyor.
2-Kibir
Aşağılık kompleksi ile kibrin aynı anda, aynı kişide bulunuyor olması bir paradoks gibi görülebilir. Ama esasında bu iki ruh hali birbirini besleyen, tetikleyen iki unsur konumundadır. Şöyle ki dışa karşı bu ezilmişlik hali, içerde despotluğa, tiranlığa dönüşmekte, bu duygunun baskısı altında bulunan kişiler, ezilmişliğini, aşağılık kompleksini kendi insanını ezerek tatmin etmeye çalışmaktadır. Tipik bir sömürge aydını veya sömürge valisi psikolojisi diyebiliriz buna. İşgal güçlerine karşı kendi varlığını inkar edecek derecede zelil bir ruh hali, ama beri tarafta, kendi vatandaşına, kendi insanına karşı mütekebbir, mağrur, “küçük dağları ben yarattım” havasında. Konunun daha iyi anlaşılması için günlük hayattan da bir misal verecek olursak; iş yerinde tahkir edilen, küçük düşürülen, aşağılık kompleksine düşürülen bir baba henüz sağlam bir karakter yapısına sahip değilse, işyerindeki ezilmişlik duygusunun telafisini, evinde eşi ve çocukları üzerinden gidermeye çalışır. Şimdi Mehlika Sultan’a aşık gençler gibi Batı medeniyet ve fantezilerine kendini kaptırmış, putlaştıracak ölçüde Batı’dan gelen her şeyi sorgusuz-sualsiz bağrına basan bir mantalitenin, iş kendi insanıyla muamele ve münasebet konusuna gelince, birden bire mütekebbir ve mağrur bir firavun haline gelmesinin, bence böyle bir psikolojik altyapıyla yakından ilgisi bulunmaktadır.
Asıl konumuzla ilgili bağlantı cümlesine gelecek olursak, ağızlarında sakız şu cümleyi değişik üsluplarla söyleyip durduklarını görürüz: “Köy imamı birisi nasıl oluyor da bütün bu işleri çekip çeviriyor?”
Öncelikle kendisinin de nice kereler ifade ettiği gibi, heyete terettüb eden bir neticeyi tek bir şahsa bağlamak o heyete karşı bir zulümdür. Heyete terettüp eden neticeyi kendine bağlayan kişi ise zalimin ta kendisidir, başkasının say u gayretini kendine izafe eden yalancı, hırsız ve gasıptır. Tevhid dini İslamiyet açısından böyle bir iddia ise en büyük zulüm olan şirktir. Böyle bir iddiada bulunan kişi de müşriktir. Bu hareket, Cenab-ı Hakk’ın tevfik ve inayetiyle Anadolu insanının Milli Mücadele’de olduğu gibi ruh safveti, düşünce istikameti içinde ortaya koyduğu say u gayretin bir mahsulünden ibarettir. O kendisine hiçbir zaman herhangi bir makam ve paye biçmediği gibi, “ci, cu” ekleriyle kendisine izafe edilen kelimeleri de muhtereme validesinin iffetine dil uzatılmış gibi aşağılık ve iğrenç bulmaktadır.
İstidradi olarak girme mecburiyetinde kaldığımız bu hususa dikkat çektikten sonra asıl konumuz olan kibir mevzuuna dönmek istiyorum.
Yukarıdaki cümlenin kailleri dine, dindara karşı tepeden bakma eğilimi içindedir. Onlara göre din geri kalmışlığımızın sebebi, dindar da bir gericiden ibarettir. Bu sebeple dinle irtibatlı bir kişi veya bir topluluğun böyle bir eğitim ve kültür faaliyetinde bulunabilmesi, hele hele yeryüzü coğrafyasında kendini kabul ettirecek bir seviye ve kalite tutturabilmesi, cihan çapında başarılara imza atması akıl alacak bir iş değildir. Eğer böyle bir şey mümkün olsaydı, bu ülkeden böyle bir hareketin zuhuru imkan dahilinde bulunsaydı muhakkak bu işin kahramanları kendileri olurdu/olması gerekirdi. “Kim oluyormuş bu adam da, doğunun bir köyünden çıkıp, diyanete müntesip bir gerici (!) iken yurtlar, pansiyonlar, üniversite hazırlık kursları, kolejler, fen liseleri, üniversiteler açılmasına vesile olacakmış; dergiler, gazeteler yayınlayacak, ulusal ve uluslararası radyolar, televizyon kanalları açacakmış; dünyanın sürüklendiği kaçınılmaz medeniyet çatışmaları tezlerine karşı alternatif düşünce akımları oluşturarak medeniyetler uzlaşması gibi küresel çapta tesir ve heyecan uyandıracak organizasyonlar tertip edecekmiş... vs. Bütün bunlar hiç dindar bir insanın, hele hele işi din-diyanet olan bir din adamının (!) yapabileceği bir şey midir? Asla! O zaman yerin dibine batsın bu faaliyetler! Bizim gibi aydın, bol diploma sahibi, en ali makam ve mevkilerde görev yapmış, yüksek rütbeli üstün deha ve aşkın zeka sahibi insanlar, ellerinde onca imkan olmasına rağmen bu işlerin yüzde birini gerçekleştiremiyor da, küçük bir köyden çıkmış, küçük bir devlet memuru mu bütün bu işlerin arkasında bulunuyor?"
Görüldüğü gibi “köy imamı” deyip karşı çıkanlar yapılan faaliyetleri, ortaya konan eserleri, bu eserlerin millet ve insanlık adına vaad ettiği güzellikleri değerlendirmeye tabi tutmuyor, “nasıl oluyor da bu işin arkasında bir köy imamı bulunur" deyip, kendisine izafe edilen zatı nazarı itibare alarak aldatan o gurur psikolojisiyle, millete mal olmuş böyle bir destansı hareketi, kendileri işin içinde bulunmadıklarından ötürü yerden yere vuruyor, olmadık iddia ve ithamlarla yaralamaya ve karalamaya çalışıyorlar.
3-Kıskançlık ve Suçluluk Psikolojisi
İftiranın psikanalizi yapıldığında, iftirayı oluşturan harçların kıskançlık, nefret ve saldırganlık dürtüleri ile suçluluk psikoloji altındaki bastırılamayan duygular olduğu anlaşılır. İftiracı, başkasını karalar ve suçlandırırken bir çeşit telafide bulunur. Bu sebeple iftiracı için belirli bir kişiyi itibardan düşürmek kendi adına bir başarıdır. Hatta vakanın önemine göre bir kahramanlıktır.
Bu tip insanlar, bir bakıma kendileri kusurlu, faziletsiz ve çocukluk çağlarından beri örgülenen bir suçluluk duygusuna saplantılı insanlardır ve bir projeksiyon (yansıtma) mekanizması ile başkalarını suçlandırmakla hem zevk almakta, hem de kendi bilinç dışı çirkinliklerini örtmeye çalışmaktadırlar.
İftiracı şu veya bu kişi hakkındaki iftiralarına muhatap olanlara karşı doğrudan doğruya iftiraya uğrayanın bir düşmanı gibi hareket etmez; hatta çok yapmacık bir üzüntü davranışı bile takınır. Örneğin ‘Ben de inanmak istemiyorum ve üzülerek bunu belirtiyorum. Fakat ne yapayım, şüphe uyandıran bazı olaylar ve deliller beni de şaşırtmış ve üzmüştür’ şeklinde konuşur.
Hasılı, iftira herhangi birine bir çeşit merhametsizlik, öç alma ve kıyım gösteren bir psikolojik fenomendir, iftiracı birçok vakalarda aşağılık duygusunun manevî baskısı altında olan bir kaidedir ve kurbanı olan kişiyi sosyal konumundan düşürmek suretiyle kendisi üstünlüğe kavuşmak istemektedir.
Şimdi genel manada ister bizzat şahsa, isterse umum heyet olarak bütün eğitim gönüllülerine sabah-akşam durmadan karalamada bulunan, leke sürmeye çalışan grup ve grupçukları göz önüne getirin. Göreceksiniz ki, bunlar, toplumun uç kesimlerini teşkil eden, aşırılıklarla dikkat ve beğeni toplamaya çalışan, kendileri hakkında şişirilmiş kanaatlere sahip marjinal gruplardır. Şimdiye kadar ciddi herhangi bir pozitif enerji ve faaliyet ortaya koyamamışlardır. Bütün aksiyonları yıkma ve tahrip esası üzerine kuruludur. Ama olsun, toplum farkında olmasa, istemese de bu toplumun gerçek halaskarları onlardır. Bu sebeple toplum mühendisliği vazgeçilmez bir vazife olarak onların sırtına yüklenmiştir. Eğer toplum yanlışlıkla, kendilerinin dışında bir başkasının sözünü dinliyor, onlara eğilim gösteriyorsa o zaman kendi üstünlüklerini gösterebilme adına diğerlerinin ne denli bir alçaklıkta bulunuyor olduklarını göstermeleri gerekir. Kendilerinin "yüksek bir tepe" konumunda olmaları için, kendilerinden başka herkesin bir çukur halinde yerin dibine batırılmaları muhakkak yerine getirilmesi gereken bir vecibedir. Böylece hem kıskançlık duygularını tatmin etmiş, hem de suçluluk psikolojisinden kurtulmuş olacaklardır.
Elbette ki, değişmeyen iftira mantığının ardındaki saikler yukarıda saydıklarımızla sınırlı değildir. Nasip olursa, bir başka yazıda bu konuya devam etmek istiyoruz.