Cemaat neden yeterince anlaşılamadı?
- Written by Sevgi Akarçeşme, Zaman
- font size decrease font size increase font size
- Add new comment
Algılar da en az gerçekler kadar önemlidir. Hatta bazen gerçeklerden çok algının nasıl olduğu toplumların kaderini belirler.
Bir zamanlar Hizmet Hareketi'nin, toplumdaki yaygın adıyla Cemaat'in, ‘gerçek olamayacak kadar iyi' olduğu için tam algılanamadığını yazmıştım. Hâlâ aynı kanaatteyim. Ne var ki, eğer dansçı Asena bile Acun Ilıcalı'nın bir programına alınmayışını Cemaat'ten biliyorsa bu algıların üzerinde düşünmek şart. Cemaat hakkında akıl almaz suçlamalarda bulunanlar ise hukuksuz iş yapan varsa onları somut belge ve vakalarla yargılamak yerine bunu ‘kullanışlı' bir araç olarak kullanmayı tercih ediyor. Peki havuz medyasının çarpıtmaları dışında Cemaat neden topluma yeterince dokunamadı ya da ulaşamadı? Bugün birkaç örnekle bu konuyu siz okurlarımla müzakere etmek istiyorum.
Cemaat, tüm insanlığa insanlığını, barış içinde birlikte yaşama idealini eğitim ve diyalog yoluyla hatırlatma misyonunu üstlendiği için bir kere en baştan Türkiye'nin muhayyilesini aşan bir yapı. Diğer bir deyişle, ‘mefkûre' anlamında bu toplumun kahir ekseriyetine birkaç gömlek büyük. Nasıl olmasın ki? Zaten zar zor geçinen ve hayatı zahmetli geçmiş bir emekliyi maaşına gelecek yüz liralık zammı düşünmekle suçlayamayız, ama o emekli maaşının acıtacak kadarını burs olarak veren Cemaat gönüllüsü azınlıkta birini anlamasını da bekleyemeyiz.
Toplum, ‘O Ses Türkiye' ile ekran karşısına geçip çekirdek çitlerken, birileri daha aydınlansın diye gecelerini bir dost meclisinden ötekine koşturarak dolduran Cemaat gönüllüsünü anlamak kolay mıdır? Ya da gündüzlerini Müge Anlı seyrederek geçiren bir ev hanımının, çocuğu daha kırkını çıkarmadan hizmete koşturan bir ablayı anlamasını beklemekle hata etmiyor muyuz? Hayatı maddi çıkar olmuş bir toplum, despotizm karşısında dik duranların arkasında birisinin olduğunu düşünmüş, ya da Allah'a dayanma kavramını unutmuş çok mu?
Peki ya Akın İpek nasıl anlaşılsın? Yaşıtı ve dengi işadamları iktidar karşısında hem mecazi hem hakiki anlamda boyun eğerken, devletten birkaç ballı ihale almak için onurunun kırılmasını içine sindirirken, Akın İpek'in helal malının gasp edilmesini metanetle karşılamasını sade vatandaş nasıl anlasın?
Okul inşaatında çalışan, okulun hem müdürü hem hademesi olan öğretmeni, özel ders ya da ek ders ücreti hesabından ötesini yapmayan öğretmen nasıl kendine yakın bulsun? Ya da “Oğlumu kamuda işe almasaydım bana beceriksiz derlerdi.” diyen parti ilçe başkanı, devletin parası gasp edilmesin diye cebinde 40-50 lirayla katrilyonluk yolsuzluk operasyonu yapabilen, üstelik başına gelebilecekleri düşünmeden, devlet memurunu nasıl anlasın, hatta nasıl ondan içten içe nefret etmesin?
Akşamları bir diziden ötekine uyuşarak yetişen bir nesil, nasıl daha donanımlı olurum derdiyle, seküler eğitimin gerektirdiklerinin yanında Risale-i Nur ve diğer kitapları okuyan gençleri nasıl kendine yakın bulsun?
“Hep daha fazlasını iste” mottosuyla büyüyenler, “yaşatmak için yaşama” idealini nasıl anlasın?
Bu gözlemlerimi aktarmam, benim bu prensipleri hayata geçirebildiğim anlamına gelmesin. ‘Yaşatmak için yaşama' belli ki ulaşması zor bir ufuk. Ama Cemaat'in neden toplumun bir kısmına anlaşılması zor, hatta gizli kapaklı hedefleri olan bir yapı olarak gözüktüğünü ve neden azınlıkta kaldığını bu prensipten daha veciz anlatan unsur da yok galiba. Bu açıdan bakıldığında, Cemaat'in bir ‘paralel evren'i olduğundan bahsetmek yanlış olmaz. Keşke herkes o evrenin gerçek yüzünü tanıyabilse…