Logo
Print this page
İşaret Edilen Adam?

İşaret Edilen Adam?

Bir tarafta doğruları müdafaa, yalancıları nasihate davet ile mükellef bir cemaat… veçhen bu göreve mazhar Zaman gazetesi,

Bir diğer tarafta “Onlara 'Yeryüzünde fesat çıkarmayın' dendiği zaman, 'Biz ancak ıslah ediciyiz' derler.” (1) Ayetine muhatap olduğunu düşündüğüm “adam”!

Risale-i Nur perspektifinde, Üstad Hazretlerinin izahı ile bu konuya geleceğim.

Fakat şu hususun asla unutulmaması gerektiğine inanıyorum,

Dershaneler konusunda yaşanan “Cemaat-Hükümet” tartışması ve akabinde yolsuzluklar ile devam eden olaylara yazılı ve görsel basının yaklaşımı, insanımız arasında neredeyse uçurumlar açtı. Öyle ki; ülke başbakanının çıkıp cemaate gönül vermiş insanları çete, örgüt vs. gibi illegal bir yapıya benzetmesi, yurtlarına, dershanelerine, sohbet evlerine “in” gibi çirkin bir yakıştırmayı yapması, şak-şakçı medya tarafından kamuoyuna sunulan yalan yanlış haberler, iftira ve karalamalar ile adeta müminler arasında fitne uyandırıldı.

Bu fitneyi uyandıranlar, ne acıdır ki faturayı yine hizmet camiasına kesti. Hey hat!

Oysaki biz doğruları övdüğümüz gibi, alkışladığımız ve takdir ettiğimiz gibi, yanlışları da hatırlatmak, yanlıştan dönülmesi adına nasihat vermek, uyarmak hakkımızın da doğruluğuna inanıyorduk.

Şimdi benim doğruma da “doğru”, yanlışıma da “doğru” diyeceksiniz, demek zorundasınız diyen bir “adam” ın yıllar önce Üstad Bediüzzaman Hazretleri tarafından çizilmiş portresini getirmeye çalışacağım…

İşaretül-icaz sayfa 94; Üstad "Onlara 'Yeryüzünde fesat çıkarmayın' dendiği zaman, 'Biz ancak ıslah ediciyiz' derler. (Bakara Suresi 11. Ayetinin) tevilini yapmakta:

Kısa kısa açalım;

“… Takdir-i kelam şöyle olsa gerektir: "Yalan söyledikleri zaman fitneyi ika ediyorlar. Fitneyi ika ettikleri zaman ifsat ediyorlar. Nasihat edildikleri vakit kabul etmiyorlar. Fesat yapmayın denildiği zaman, 'Biz ancak ıslaha çalışıyoruz' diyorlar…"

“… Bir insan tehlikeli bir yola süluk ettiği zaman, en evvel "Senin bu yolun seni felakete götürüyor, bu yoldan vazgeç" diye nasihat edilir…”

Gerek dershaneler konusunda, gerek yolsuzluk konusunda olsun takınılan tavra cemaatin üslubu nasihat niteliğinde “Senin bu yolun seni felakete götürüyor, bu yoldan vazgeç” minvalindeydi.

Kendileri ise cemaati; hükümeti ve partiyi karalamak olarak lanse ettirdiler!

İşin suçlusunu cemaat olarak ilan ettiler.

“…O insan vazgeçmediği takdirde şiddetle zecir ve nehyedilir ve aynı zamanda "Umum halkın nefret ve kahrına uğrarsın" diye tehdit edildiği gibi, "Ebna-yı cinsine zulmetmiş olursun" diye şefkat-i cinsiyeye de davet edilir…”

Buna rağmen Üstadın yukarda dediği gibi şiddetle olmasa da yaptıkları yanlışın bize ait olmadığını, yine kendilerini “aklama” adına ‘umum halkın nefret ve kahrına uğrasın’ denilerek mülaane yoluna gidildi, bu yanlışları yapmaya devam ettiği müddetçe aynı din kardeşine zulmetmiş olacağı telkin edildi.

Üstad devam ediyor;

“…Eğer o insan, sarhoşlar gibi inatçı ve kafasız ise, kendisine yapılan nasihat ve zecir ve nehiyleri müdafaa etmekle mukabele eder ve "Benim mesleğim haktır; ne senin hakk-ı itirazın var ve ne de benim senin nasihatlerine ihtiyacım var" diye serkeşliğe başlar…”

Kendisine nasihat yapılan “adam”ın sarhoş ve kafasız olup olmama konusunda emin olmasam da, “dik duracağız, dikleşmeyeceğiz” doktrinini kendine ilke edinmişliği, belli ki kendisinin “inatçı” bir tarafı olduğunun göstergesiydi.

Kendisine yapılan nasihatleri, “biz hep doğru yoldayız, sizin itiraz hakkınız olmadığı gibi, benim sizin nasihatinize ihtiyacım yok” cümlemizin malumudur!

“…Eğer o insan iki yüzlü ise, bir cihetten nasihat edenleri kandırır ve ilzama çalışır. Diğer cihetten de "Ben ıslah edici bir insanım" diye mesleğini hak göstermeye devam eder. Ve aynı zamanda "Islah benim hakiki bir sıfatım olup, bilahare hasıl olmuş bir sıfat değildir" diye davasını tekit ve te'yid eder…”  

Evet, nasihat edenleri kandırmak ilzama çalışmak bir tarafa, meydanlarda hak ve doğrunun sadece kendisi olduğunu vurgulaması, yapılan yolsuzlukları dahi nasihat edenlere maal edip, ambargo çağrıları seslendirmesi, nasihat edenlerin maddi imkânlarını kesmesi de herkesçe malum olan gerçeklerdir.

Yine kendini müdafaa ve hak gösterme adına cemaate “paralel devlet” yakıştırmaları da bu hakikatin bir tecellisi olsa gerek!

 “…Bundan sonra eğer o insan mesleğinde ısrarla nasihatları kabul etmezse anlaşılır ki, onun ıslahına hiçbir çare ve hiçbir deva yoktur. Yalnız onun fesadı halka sirayet etmemek için, mesleğinin muzır ve fena olduğunu ilan etmek lazımdır ki, herkes ondan tahaffuz etsin. Zira o insan aklını çalıştırmıyor, şuurunu istihdam etmiyor ki, böyle zahir olan birşeyi hissedebilsin…”

Üstad Bediüzzaman yukarıda ki kısımda neredeyse ölüm darbesini vurmakta!

Yapılan bunca fesatın halka sirayet etmemesi adına, bu fesat şebekesinin mesleğinin ve yolunun zararlı ve şer olduğunun ilan edilmesini, herkesin onlardan korunması adına yapılması gerektiği hakikatini sunuyor!

Henüz gazetemiz bu yapılanların muzır ve şer olduğunu halka ilan etmiş değil. Ama ola ki süreç bu Üstadın belirttiği süreçlerden geçip bu noktaya varırsa, aman ha sakın eleştiri getirilmemesi gerektiğine inanıyorum. Zira cemaat tarafından bir şey yazılıyor ve ilan ediliyorsa, inanıyoruz ki böyle hakka ve hakikate dayanan kaynakları var.

İlgimi çeken bir noktayı daha arz edip bitiriyorum.

Aynı risalede;

Sual: Onların maksatları umum insanlar değildir. Niçin onların fesadı bütün insanlara sirayet etsin?

Diye bir soru geliyor Üstad hazretlerine.

Üstad Hazretleri,

Cevap: Evet, siyah bir gözlüğü takan adam her şeyi siyah ve çirkin görür.

Diyerek başlıyor izaha…

Sizi bilmiyorum ama üstadın mecazen de olsa kullandığı “siyah gözlüğü takan adam” ifadesi bile bana o “adam”ı hatırlatıyor!

Ve sanki Üstad bugün olanları yıllar öncesinden yazmış gibi…

Velhasıl Üstadın bugüne bakıp yazdığını, bize de okumak düşer.


1-(Bakara Suresi 11. Ayet)

© 2015