Logo
Print this page

Bediüzzaman Düşüncesinde İslam-Ehl-i Kitap Dayanışması

20. asrın ortasında bir insan var ayakta, hem de dimdik ayakta... Kendisini ne üst üste gelen karanlıklar korkutabilmiş, ne de ortalığı kasıp kavuran, önüne geleni deviren ve şimalde zuhur eden bir dinsizlik cereyanı O'nun azmini, ümidini kırabilmiş... İslam'ın en hamiyetperver evlatlarının bile "Ya Rab Nur istiyoruz sen bize yangın gönderiyorsun" dediği, kimsenin ufukta bir mum ışığı dahi görmediği bir dönemde "Şu istikbal inkılabatı içinde en yüksek ve gür sada İslam'ın sadası olacaktır" demiş ve ümidini ne memleket hapishaneleri ne sürgünler ne zehirlenmeler söndürememiş.


Asrın bu büyük çilekeşi bir iman fedaisi idi. O bir gönül insanı idi. Fahr-i Kainatın Taif dönüşü meleğin teklifine cevaben "Hayır! Eğer benden yıllarca sonra da olsa onların sulbünden bir tek insan hidayete erecekse istemem ki başlarına azap hak olsun." sözünden aldığı terbiye ile kendisine en büyük sıkıntıları çektirenlere, defalarca zehirleyenlere bile hakkını helal ettiğini söylemiştir. İşte bu büyük mütefekkirin ortaya koyduğu orijinal tespitlerden birisi de Ehl-i Kitap mevzuunda ortaya çıkmaktadır.

A-) EHL-İ KİTABA GENEL BAKIŞI:

Biz bu yazımızda Ehl-i Kitabı Hıristiyan merkezli olarak ele alacak ayrıca Yahudilik üzerinde durmayacağız.

Büyük mütefekkir Bediüzzaman'a göre insanlar iki kısımdır. Dindarlar ve dinsizler. Birinci kısmı Müslümanlar ile Ehl-i Kitap, özellikle de Hıristiyanlar teşkil etmekte, ikinci kısım ise bunun dışında olanlar, tevhid inancını inkar eden diğer inanç sahipleri teşkil etmektedir. Hizmet felsefesini "Biz, değil onlar gibi ehl-i diyanet ve tarikata mensup Müslümanlar, şimdi bu acib zamanda, imanı bulunan ve hatta firak-ı dalleden bile olsa onlarla uğraşmamak; ve Allah'ı (c.c) tanıyan ve ahireti tasdik eden, Hıristiyan bile olsa, onlarla medar-ı niza' noktaları medar-ı münakaşa etmemeyi; hem bu acib zaman, hem mesleğimiz, hem kudsi hizmetimiz iktiza ediyor. "1

Bediüzzaman, Ehl-i Kitaba kafir denilmesini tasvip etmemiştir. Zira kör adama kör demek ona eziyet vermektir; eziyetten nehiy vardır. Ona göre: "Kafirin iki anlamı vardır. Birisi ve en müdebadiri, dinsiz ve münkir-i Sani' demektir. Şu mana ile, Ehl-i Kitaba ıtlak etmeğe hakkımız yoktur.

İkincisi: Peygamberimizi ve İslamiyeti münkir demektir. Şu mana ile onlarla ıtlak etmek hakkımızdır. Onlar dahi razıdırlar. Lakin örf en evvelki mananın tebadüründen bir kelime-i tahkir ve eziyet olmuştur."2

(Kafir kelimesinin iki anlamı vardır: Birisi ve yaygın olanı, dini ve Allah'ı kabul etmeyen demektir, ikinci manası ise, Peygamberimizi ve İslam'ı kabul etmeyen demektir. İlk anlamı ile Ehl-i Kitaba kafir denemez. Lakin ikinci anlamı ile denebilir. Buna onlar da razıdır. Yine de ilk anlamının yaygınlığından ötürü, bu kelimeyi kullanmak, Ehl-i Kitaba eziyet olabilir).

Bediüzzaman Hazretleri, günümüzde tenkit konusu olmuş Ehl-i Kitapla münasebet konusundaki bir soruya şu cevabı veriyor:

-------------
Maddenin ve dünyevi gayelerin adeta insanoğlunun yegane hedefi haline geldiği bir zaman diliminde 2000'i idrak ederken iki bin yıl önce Hz.Mesih'in gönlünden yayılan kutsal ışığa ve o ışığın aydınlığına beşeriyetin ne kadar ihtiyacı vardır! Onun mucizelerine fertler ve toplumlar bağlamında alt üst olan değerleri yerli yerine oturtarak yeniden denge ve ölçü üzere metafizik mayalı bir inanç dünyasına doğru yol alabilmek dileklerimizle...
-------------

"S: Yahudi ve Nasara ile muhabbetten Kur'an'da nehiy vardır. (...) Bununla beraber nasıl dost olursunuz dersiniz?

Evvela: Delil kat'iyy-ül metin olduğu gibi, kat'iyy-üd delalet olmak gerektir. Halbuki tevil ve ihtimalin mecali vardır. Zira nehy-i Kurani amm değildir, mutlaktır. Mutlak ise, takyid olunabilir. Zaman bir büyük müfessirdir; kaydını izhar etse, itiraz olunmaz. Hem de hüküm müştak üzerine olsa; me'haz-ı iştikakı,illet-i hüküm gösterir. Demek bu nehiy, Yahudi ve Nasara ile yahudiyet ve nasraniyete olan ayineleri hasebiyledir.

(Fıkıh usülünde delil,metninin sıhhati yanında delaletinin kat'i olması gerekir. Halbuki, tevil ve farklı ihtimallere konudur. Buradaki Kur'an yasağı,umumi değildir, geneldir. Genel ise kısıtlanabilir.Zaman bir büyük müfessir olarak bu ayeti kısıtlamış, itiraz olunmamalıdır. (...) Demek Kur'an'ın bu yasağı, Yahudi ve Hıristiyanlar ile Yahudilik ve Hıristiyanlık sıfatlarını üzerlerinde taşıdıklarından dolayıdır). Hem de bir adam zatı için sevilmez. Belki muhabbet, sıfat veya san'atı içindir.Öyle ise her bir Müslümanın her bir sıfatı Müslüman olması lazım olmadığı gibi, her bir kafirin dahi bütün sıfat ve san'atları kafir olmak lazım gelmez. Binaenaleyh Müslüman olan bir sıfatı veya bir san'atı, istihsan etmekle iktibas etmek neden caiz olmasın? Ehl-i Kitaptan bir haremin olsa elbette seveceksin.

Saniyen: Zaman-ı Saadette bir inkılab-ı azim-i dini vücuda geldi. Bütün ezhanı nokta-i dine çevirdiğinden, bütün muhabbet ve adaveti o noktada toplayıp muhabbet ve adavet ederlerdi. Onun için gayr-ı Müslimlere olan muhabbetten nifak kokusu geliyordu. Lakin şimdi alemdeki bir inkılab-ı azim-i medeni ve dünyevidir. Bütün ezhanı zabt ve bütün ukulü meşgul eden nokta-i medeniyet, terakki ve dünyadır. Zaten onların ekserisi, dinlerine o kadar mukayyed değildirler. Binaenaleyh onlarla dost olmamız, medeniyet ve terakkilerini istihsan ile iktibas etmektir ve her saadet-i dünyeviyenin esası olan asayişi muhafazadır. İşte şu dostluk, kat'iyyen nehy-i Kur'anide dahil değildir."3

(Bu yasağın olduğu dönemde İslam, yeni bir din olarak ortaya çıkmıştı. O şartlarda Ehl-i Kitapla dostluktan münafıklık anlamı çıkardı. Bugün ise, insanların zihinleri, dinden ziyade, medeniyet ve terakki ile meşguldür. Dolayısıyla onlarla olan münasebetten nifak anlamı çıkmaz).

Evet şurası muhakkak ki İslam Ehl-i Kitaba farklı yaklaşmakta ve onlara imtiyazlar vermektedir. Mesela: Diğer dinlere mensup olanlarla evlenmek caiz kabul edilmezken Ehl-i Kitapla evlenilebilir, ayrıca kestikleri de yenilebilir. Önceki devirlerde Müslüman bir devletle gayr-i müslim bir devlet arasındaki ilişki genellikle savaşlar şeklinde oluyordu. Bugün ise ilişkilerin zemini çok genişlemiştir. Pek çok Müslüman ve gayr-i müslim devletler arasında ekonomik, kültürel, siyasal vs. antlaşmalar bulunmaktadır.

B) HIRİSTİYANLARA BAKIŞI
Bediüzzaman Hazretlerinin Hıristiyanlara olan bakışına gelince, bu daha çok nüzul-i İsa 4 meselesiyle alakalıdır. Onun yorumuna göre ahir zamanda dinsizlik komitesini dağıtmak üzere Hz. İsa'nın semadan nüzulü şimdiki Hıristiyanlığın tasaffi ederek hakiki İsevi dinine dönmesi ve adeta İslamlaşması şekliyle olacaktır. Bu işi yapacak hamiyetkar ve fedakar bir İsevi cemaatı peydah olacaktır. Bediüzzaman onlara 'Müslüman İseviler' adını vermektedir. Yani Hz. İsa'nın kendisi değil manevi şahsiyeti (Hakiki İsevilik) geri gelecektir. Bu sayede birlik hasıl olacak ve tek başlarına iken dinsizliğe karşı mağlup olan her iki din beraber olup galip geleceklerdir. Bu yüzden Bediüzzaman şu asrın insanlarının ve Ehl-i Kitabın "Ey Ehl-i Kitap! Gelin aramızdaki ortak noktada birleşelim. "(al-i İmran, 3/64) ayet-i kerimesine kulak vermeye çok muhtaç olduklarını ifade etmektedir. Bu mevzu ile alakalı olarak şöyle söylemektedir. "Hz. İsa (a.s)'ın şahsiyet-i maneviyesinden ibaret olan İsevilik dini zuhur edecek, yani rahmet-i ilahiyenin semasından nüzul edecek; halihazır Hıristiyanlık dini o hakikate karşı tasaffi edecek, hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak, hakayık-ı İslamiye ile birleşecek manen Hıristiyanlık bir nevi İslamiyete inkılab edecektir ve Kur'an'a iktida ederek o İsevilik şahs-ı manevisi tabi ve İslamiyet metbu makamında kalacak. Din-i hak bu iltihak neticesinde azim bir kuvvet bulacaktır. Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlup olan İsevilik ve İslamiyet, iltihak neticesinde dinsizlik cereyanına galebe edip dağıtacak istidadında iken alem-i semavatta cismi beşerisiyle bulunan şahsi İsa (a.s) o dini hak cereyanının başına geçeceğini bir Muhbir-i Sadık, bir Kadir-i Küllüşeyin vadine istinad ederek haber vermiştir. Madem haber vermiş haktır, madem Kadir-i külli şey' vadetmiş elbette yapacaktır. Evet her vakit semavattan melaikeleri yere gönderen ve bazı vakitte insan suretine vaz' eden (Hz. Cibril'in Dıhye suretine girmesi gibi) ve ruhanileri alem-i ervahtan gönderip beşer suretine temessül ettiren hatta ölmüş evliyaların çoklarının ervahlarını cesedi misali ile dünyaya gönderen bir Hakim-i Zülcelal, Hz. İsa (a.s)'ı İsa dinine ait en mühim bir hüsn-ü hatimesi için, değil sema-i dünyada cesedi ile bulunan ve hayatta olan Hz. İsa, belki alem-i ahiretin en uzak köşesine gitseydi ve hakikaten ölseydi yine şöyle bir netice-i azime için ona yeniden ceset giydirip dünyaya göndermek o Hakim'in hikmetinden uzak değil; belki O'nun hikmeti öyle iktiza ettiği için vadetmiş ve vadettiği için elbette gönderecek

Hz. İsa (a.s) geldiği vakit herkes onun hakiki İsa olduğunu bilmek lazım değildir. Onun mukarreb ve havassı nur-u iman ile onu tanır. Yoksa bedahet derecesinde herkes onu tanımayacaktır."5
(Kur'an-ı Kerim, Ehl-i Kitabı, tek kelime üzerinde buluşmak için çağırıyor. Bunun için de Hz. İsa'nın gelmesi ve Hıristiyanlığı asli hüviyetine kavuşturması gerekmektedir.

Bugün Hıristiyan aleminde bu inanışta olan insanların sayısı her geçen gün artmaktadır.9

C-) BEDİÜZZAMAN'IN EHL-İ KİTABA ÇAĞRISI
Vifak ve ittifak insanı olan Bediüzzaman, zamanında tevhide hizmet yükünün çok ağır olduğunu idrak etmiş ve en zayıf omuzlardan bile medet ummuştur. Hz. Peygamber'den nakledilen, Hz. İsa'nın nüzulü ve Hıristiyanlığın geleceği ile alakalı hadis-i şeriflere dayanarak Ehl-i Kitabı da bu ağır yükün altında yardımcı konumunda görmüş ve onlara şu çağrıda bulunmuştur: "Ey Ehl-i Kitap! İslamiyeti kabul etmekte size bir meşakkat yoktur. Size ağır gelmesin; zira size bütün bütün dininizi terk etmenizi emretmiyor, ancak 'itikadatınızı ikmal ve yanınızda bulunan esasat-ı diniye üzerine bina ediniz' diye teklifte bulunuyor. Zira Kur'an bütün kütüb-ü salifenin güzelliklerini ve eski şeriatlarını kavaid-i esasiyelerini cem etmiş olduğundan usulde muaddil ve mükemmildir, yani tadil ve tekmil edicidir. Yalnız zaman ve mekanın tagayyür etmesi tahavvül ve tebeddüle maruz olan füruat kısmında müessistir. Bunda akli ve mantıki olmayan bir cihet yoktur. Evet, mevasim-i erbaada giyecek, yiyecek ve sair ilaçların tebeddülüne lüzum ve ihtiyaç hasıl olduğu gibi bir şahsın yaşayış devrelerinde talim ve terbiye keyfiyeti tebeddül eder. Kezalik hikmet ve maslahatın iktizası üzerine ömr-ü beşerin mertebelerine göre ahkam-ı fer'iyede tebeddül vardır. Çünkü fer'i hükümlerden biri, bir zamanda maslahat iken diğer bir zamana göre mazarrat olur. Veya bir ilaç bir şahsa deva iken şahs-ı ahara da' olur."10

(İslam, Ehl-i Kitab'a çağrıda bulunuyor. Sizden dininizi terk etmenizi istemiyor. Yanlış olan inançlarınızı değiştirmenizi istiyor. Zira, İslam; diğer dinlerde yanlış olan kısımları düzeltiyor, eksik olanları tamamlıyor, sadece zaman ve mekan farklılığından dolayı bazı yeni emirler getiriyor. Bunda da garipsenecek bir şey yok: Mevsimlere göre yiyecek ve giyecekler farklılaşır, bir insan da büyüdükçe onun her şeyi değişime uğrar. Bir insana şifa olan ilaç, diğerine dert olabilir).

Buna ilaveten Ehl-i Kitaba davetinde Bediüzzaman, Hz. İsa (a.s)'ı konuşturarak şöyle der: "İncil'in bir yerinde İsa (a.s) demiş "Ben gideceğim ta dünyanın reisi gelsin."11 Acaba Hz. İsa (a.s)'dan sonra Dünyanın Reisi (Alemlere Rahmet, Enbiya, 21/107) olacak ve hak ve batılı fark ve temyiz edip Hz. İsa aleyhisselamın yerinde insanları irşat edecek Resul-i Ekrem Aleyhissalatü vesselamdan başka kim gelmiştir? Demek Hz. İsa (a.s) ümmetine daima müjde ediyor ve haber veriyor ki birisi gelecek; bana ihtiyaç kalmayacak. Ben onun bir mukaddimesiyim ve müjdesiciyim. Nasıl ki şu ayet-i kerime: "Vakit geldi, Meryem'in oğlu İsa da 'Ey İsrailoğulları, dedi, Ben size Allah'ın Resulüyüm. Benden önceki Tevrat'ı tasdik etmek ve benden sonra gelip ismi 'Ahmed' olacak bir Resulü müjdelemek üzere gönderildim." (Saff, 61/6)

Evet, İncil'de Hz. İsa (a.s), çok defalar ümmetine müjde veriyor. İnsanların en mühim bir reisi geleceğini ve o zatı da bazı isimlerle yad ediyor. O isimler elbette Süryani ve İbranidirler. Ehli tahkik görmüşler, o isimler Ahmet, Muhammet, Farikun Beyne'l-Hakkı ve'l-Batıl manasındadırlar. Demek ki İsa (a.s), çok defa Ahmed (s.a.s)'den beşaret veriyor.12 Üstad bununla da kalmaz Avrupa'nın en meşhur devlet adamı ve filozoflarından kabul edilen Prens Bismark'ın şu sözüyle davetini pekiştirir: "Ben bütün kütüb-ü semaviyeyi tekik ettim. Tahrif olmalarına binaen beşerin saadeti için aradığım hakiki hikmeti bulamadım. Fakat Muhammed'in (s.a.s) Kur'an'ını umum kütüplerin fevkinde gördüm, her kelimesinde bir hikmet buldum. Bunun gibi beşerin saadetine hizmet edecek bir eser yoktur. Böyle bir eser beşerin sözü olamaz. Bunu Muhammed Aleyhissalatü vesselamın sözü diyenler ilmin zaruriyatını inkar etmiş olurlar. Yani Kur'an'ın Allah kelamı olduğu bedihidir."13


Dipnotlar

1) Emirdağ Lahikası-1, s. 159
2) Münazarat, s..31
3) A.Yer
4) Dergimizin bu sayısında Nüzul-i İsa meselesiyle ilgili bir kitabın tanıtımı yapılmıştır.
5) Mektubat, s.57
6) Abott, M.S. Walter, the Documents of Vatikan II 1963-1965.
7) Mektubat, s.454
8) Herbert, Vorgimler, Commentary On The Documents Of Vatikan II.
9) Zeki Santoprak, İslam İnancı Açısından Nuzul-i İsa Meselesi,93, İzmir 1997.
10) İşaratü'l-İ'caz, s.50
11) Bu ifade, İncil, Yuhanna, 14/16, 26, 30; 16/ 7. ayetlerinin mefhumen ifadesidir.
12) Mektubat, s. 171
13) Hutbe-i Şamiye, s.30

 

© 2015