Kusur arama hastalığı veya Alternatif olma gayreti
- Written by Dr.Emin Şimşek
- font size decrease font size increase font size
- Comments (4)
Üniversite yıllarında kendilerini “Müslüman Gençlik” diye nitelendiren fakat “Hz.Ebubekir(RA) ‘de bir insandı , Hz.Ali’de (KV) bir insandı , onlarda hatasız değildi” diyen kardeşlerimize hayret ederdik. Peygamber Efendimiz (SAV) ‘me hürmetlerinden dolayı,”inşallah birgün Sahabeyi Kiram’a Kur’anın:”Allah onlardan hoşnut olmuştur, onlar da O'ndan (Allah’tan) hoşnut olmuşlardır” (Tevbe:100) iltifatını anlarlar ve Sahabeyi Kiramın kamet-i kıymetini bilirler” ümidiyle onlar ile irtibatımızı kesmezdik.
Daha sonraki yıllarda türeyen bir başka kesim :”İmamı Azamda bir insandır , İmamı Gazalide bir insandır , Bediüzzamanda bir insandır, onlarda hatasız değildir” şeklinde ortaya çıkcaktır. Bunlarla da , Efendimiz (SAV) ve Sahabeyi Kirama(R.A.) saygılarından ötürü ve “inşallah birgün bahse konu Müçtehit ve Müceddidlerinde kamet-i kıymetini bilirler “ ümidiyle irtibatımızı kesmezdik.
İlginçtir son birkaç yıldır bu bulanık yaklaşıma bir yenisi daha eklendi , yeni bir “versiyon” da diyebilirz buna. Önderliğini Metin Karabaşoğlu’nun çektiği ve eleştiride tedricilik yöntemi ile dozajını hergeçen gün biraz daha artıran makalelerinden anlaşılacağı üzere , sanki kendisi dışında Risale-i Nurları anlayan , hıfzında tahlil edebilen kabiliyette “Şakirt” kalmamışcasına , kendince yakaladığı fırsatları(!) ifşa etmeyi “Hizmet” kabul ediyor , Risale-i Nurların inkişafının artmamasını bu sebeblere bağlıyor ve bu “Hizmet”in liderliğine talib bir izlenim sergiliyor.
Bediüzzaman Hazretlerini bir Üstad ve Rehber edinen , Risale-i Nurları referans kabul eden bu kardeşlerimiz ne hikmetse;
“Bu hizmet-i Kur’âniyede bulunan kardeşlerinizi tenkit etmemek ve onların üstünde faziletfuruşluk nev’inden gıpta damarını tahrik etmemektir.” (21.Lema)
düsturundan hiç nasibtar olmuyorlar. Üstad Hazretleri , dikkat ederseniz , tenkit etmeyin derken , olmayan bir yanlıştan bahsetmiyor, olan yanlış bile olsa eleştirinin aleniyet içinde dile getirilimemesinin doğruluğuna vurgu yapıyor. Çünkü İhlas’ın temel taşlarından biri olan Uhuvvetin tesisi ve İtthad-ı İslam zeminin oluşması öncelikle buna bağlıdır. Üstad hazretleri bununlada kalmıyarak daha da ileriye gidiyor ve bakın nediyor :
“şu zamanda dahi ehl-i diyanet ve ehl-i hakikat, değil yalnız dindaşı, meslektaşı, kardeşi olanlarla samimî ittifak etmek, belki Hıristiyanların hakikî dindar ruhanîleriyle dahi, medar-ı ihtilâf noktaları muvakkaten medar-ı münakaşa ve nizâ etmeyerek, müşterek düşmanları olan mütecaviz dinsizlere karşı ittifaka muhtaçtırlar.”( Lem'alar, Sayfa 155 , Haşiye )
"Risale-i Nur’un İhlas Lem alarında denildiği gibi, şimdi ehl-i iman, değil Müslüman kardeşleriyle, belki Hıristiyanın dindar ruhanileriyle ittifak etmek ve medar-ı ihtilaf meseleleri nazara almamak, niza etmemek gerektir. Çünkü küfr-ü mutlak hücum ediyor." (Emirdağ Lahikası, Sayfa 179)
Yani , samimi Hıristiyan ruhanilerle bile , medar-ı münakaşaya sebebiyet verecek konulara girilmemesini emrediyor.
Hal böyleyken ; Metin Karabaşoğlu “Kalvinizm: Kim dediğinde yanlış olur?” başilıklı yazısında , Prof.Dr.İbrahim Canan Hoca’nın Yeni Asya Yayınlarından neşrettiği “İslâm Âleminin Ana Meselelerine Bediüzzaman’dan Çözümler” isimli eserinde , Bediüzzaman Hazretleri ile Calvin arasında bir takım benzerliklere vurgu yapmış olmasını , yazıyı bir bütün olarak tahlil etmediğinden eleştirmektedir. Halbuki , yazının devamına bakılmış olsaydı , Batının terakkisini sağlayan Calvin ile İslam dünyasının terakkisine yön veren Bediüzzaman’ın 3 noktada - “İlim , zühd ve çalışmak” noktalarında – benzerliklere vurgu yapıldığını görmüş olacaklardır. Bediüzzaman’a göre “ cehalet , zaruret(fakirlik) ve iftirak( ihtilaf)” İslam dünyasının tecdidine ve terakkisine engel teşkil eden en önemli 3 unsurdur ! Calvin’de bu 3 nokta etrafında bir reform gerçekleştirmiştir.
Metin Karabaşoğlu , bu benzetmeyi eleştirirken , adeta bir Bektaşi yaklaşımı sergilemiş , yazıya ait ilk paragrafı öne çıkararak, devamındaki izahatları görmemezlikten gelerek , olayı bir bütün olarak değerlendirmeyip bir paragraf ile yetinmesi kusur araştırma hastalığının belirtisi olarak karşımıza çıkmıştır. Halbuki Prof.Dr.İbrahim Canan Hoca , tahrif olmuş Hıristiyan Dünyasının terakkisi ile aslını muhafaza eden ancak bir türlü terakkiyi gerçekleştiremeyen İslam Dünyasının terakkisi arasındaki benzerliği , bu konuda benzer çözüm önerileri getiren Calvin ile Bediüzzamanı karşılaştırarak yukarıda değindiğimiz üzere 3 Temel konuda vurgu yapmıştır. Yoksa , tahrife uğramış Hıristiyanlığın Protestanlaştırılması ile İslam’ın tecdidi noktasında bir benzerlikten bahis yoktur !
Eruğrul Özkök ‘ün köşe yazısında Türkiye’nin Calvin’i olarak takdim edilen Bediüzzaman Hazretleri ve bunun günümüzdeki uygulayıcısı Fethullah Gülen Hocaefendi’dir tesbiti işte bu noktadan yanlıştır ve hatalıdır ! Çünkü benzerlik bir tarafta Tahrif bir dinin zemini üstüne “x” metodu uygulanarak batı terakkisinin sağlanması iken , İslami cenahta ise Hak Dininin zemini üstüne benzer bir metodun tecdidi olarak karşımıza çıkmaktadır. İtiraz bu nüansı anlayamayan görüşedir !
Buna rağmen , farz edelim Prof.Dr.İbrahim Canan Hoca , bu konuda yanlış bir benzetme yapmış olsun - ki bize göre yanlış değidir - Mustafa Sungur ağabeyi , Mehmet Kırkıncı Hocaefendiyi , Fethullah Gülen Hocaefendiyi bu esere takriz yazdıklarından dolayı , bu yanlış anlamayı bahane ederek “Arif olana işaret yeter” ithamı ile yüzleştirmenin manası nedendir acaba? Sanki bu takrizleri yazan Hayet-i Aliyye’den bahsedilmese, Allahın hoşnutluğu veya Rızası mı kaçmış olacaktır ? Karşılaştırmadaki inceliği anlamayan belli , Eseri yazan belli , lakin Eseri yazan kadar o esere Takriz yazanlarında isimlerinin zikredilmesi neyi ifade ediyor ? Peki o eseri Matbada basan işçilerin konumu nedir bu durumda ?
Bu Kusur arama Halet-i Ruhiyesinde olan kardeşlerimizin , önceki yazılarını incelediğimizde benzer hezeyanlar sergilediklerine üzülerek şahit olmaktayız .
Kısa yorumlarla aktarıyorum:
Bir kısmı, Hekimoğlu İsmail örneğinde olduğu gibi, hizmet müessesesi içerisindeki iktidar ve fikir çatışmasından kaynaklanıyordu. (İktidara talib olan Hekimoğlu İsmail Ağabey(miş))
Bir kısmı ise, Fethullah Gülen örneğinde olduğu gibi, hareketi temsil işlevi üstlenen yayın organının sergilediği sosyal-siyasal duruşun eleştirisinden besleniyordu. (Fethullah Gülen Hocaefendi , eleştiri odaklı hizmet ediyormuş)
Meselâ Fethullah Gülen grubu metne-dayalı olmaktan ziyade söze ve karizmaya dayalı bir çizgide ve eğitim-ağırlıklı olarak genişlemiştir. (Fethullah Gülen Hocaefendi karizması ile var(mış))
Gülen hareketinin bu yükselişinin birçok sebebi vardır. Onun, Türk toplumunun aradığı ‘dindarlık’ formatını iyi analiz ettiği ve bu formata denk düşen bir söylem ve görüntü sunduğu bir vâkıadır. (Gülen hareketi görüntü sunarak büyümekteymiş)
Başka bazı gruplar, bu hareketin şemsiyesi altında bir ‘affiliate’ olmaya razı bir görüntü arzetmekteydiler. (Bazı Risale-i Nur Grubları , Gülen Hareketi bünyesinde bir izlenim vererek yanlış yapmışlar)
Fethullah Gülen’in 28 Şubat sürecinde ‘müesseseler’i kurtarabilmek için tesettür gibi İslâmî emirlerden ve başka bazı ölçü ve ilkelerden taviz vermeye mecbur kalması, Fethullah Gülen hareketinin Risale-i Nur camiası içindeki bu yükselişine ket vurdu. (Fethullah Gülen Hocaefendi , Din adına taviz vermiştir ve buna isnaden sıkıntı yaşamıştır – Hayr-i Kesir için Şerri Kalil işlenir- (Bediüzzaman) )
Fethullah Gülen hareketinin taşıdığı düşünsel ve pratik zaafları gözler önüne sererken…(Gülen Hareketi Zaaflar içermektedir)
Bu su-i zan kokan ifadeleri doğru bulmadığımız gibi uzunca tahlil etmeyi de doğru bulmuyorum. Kendi kusur ve eksiklerini uluorta beyan etmeyen , nefisinin kusurlarını dillendirmeyenlerin , bize göre Kutub insanlar olan bu “ağabeylerimiz” hakkında uluorta eleştiri yapma hakları ve hadleri de yoktur! Hizmet-i İmaniye ve Kur’aniyyeye zarar vereceğine inandığımız konuların uluorta gündeme getirilerek çözülmeyeceği aşikar iken , bunu yapanların kendi Hizmet duruşlarını gözden geçirmeleri ve kendi hatalarınıda (şayet hatasız olduklarını iddia etmiyorlarsa) gündeme getirmeleri bir zarurettir. Sorunlar Heyet-i Aliyeye bildirilmeli , bildirildiği halde sorun çözülmüyorsa , uluorta dillendirmek yerine ,bizden mesuliyetin kalktığı düşünülerek makul çözüm önerileri düşünülmelidir. O halde konuyu uluorta tartışmak , konuya çözüm bulmak niyeti taşımıyorsa , acaba hangi niyete matuftur ? Sahabe-yi Kirama bile verilmeyen "Niyet sorgulama" makamına talib değiliz , bu zaviyeden son sözümü bir başka Büyük İmam olan İmam-ı Şafi'ye bırakarak tamamlıyorum :
” Büyüklerin büyüklüğündendir kendilerini küçük görmeleri , küçüklerinde küçüklüğündendir büyükleri eleştirmeleri …”