Logo
Print this page
Hesabını Veremezsiniz - Alimler ve Zalimler 1 Hesabını Veremezsiniz - Alimler ve Zalimler 1

HESABINI VEREMEZSİNİZ!

Bir caminin girişinde yaşlıca bir adam karşıma dikiliverdi. Tanımıştı ve bir şey söylemek istiyordu. Dedi ki: “Nerdeyse yirmi yıldır bu insanlara oy veriyorum; ama hayallerim yıkıldı...” Teskin etmek istedim, fırsat vermedi, “Âlim bir insana bu kadar ağır hakaret etmeye kimin hakkı var kardeşim!” dedi.

Cümleler boğazına düğümleniverdi. Teselli etmek istedim; lakin beni dinleyecek durumda değildi. Cami kapısında rastladığım bu kişi ile birkaç gün önce misafir ettiğim bir yakınımın hissiyatı aynıydı. 85 yaşındaki büyüğüm, “Her namazdan sonra Başbakan’a dua ederdim; şimdi yaptığı hakaretler vicdanımı sızlatıyor...” demişti. Benzer bir hadiseyi geçenlerde katıldığım bir törende yaşadım. Hiç ummadığım bir kalabalığın içinde gözleri ışıl ışıl bir işadamı yanıma yaklaştı ve “Bu nasıl bir aymazlıktır ki, milyonlarca insana ilham kaynağı olmuş bir âlime sürekli hakaret ediliyor?” dedi. Doğru söylüyordu. Bir insana kızabilirsin; ama “âlim müsveddesi”, “sahte peygamber” gibi düzeysiz laflar sarf edemezsin.

Hakarette sınır tanımayanlar, hafta içinde seviyeyi biraz daha düşürerek Fethullah Gülen Hocaefendi için “örgütün lideri” bile diyebildi. Yazıklar olsun! Hani daha düne kadar “ellerinden öptüğünü”, “dua ve emirlerini beklediğini” söylüyordun? Hani Hocaefendi’nin yaptığı evrensel hizmete alkış tutuyor, halkın huzuruna çıkıp “sıla hasreti bitsin” diyordun…

Aklını ve inancını partizanlığa büsbütün kurban etmemiş her bir fert, bugün fütursuzca edilen laflar, bir ucundan emaresi gösterilerek yapılan tehdit ve şantajlar nedeniyle kan ağlıyor. Kan ağlıyor; çünkü bu kadar ağır laf konuşmak o lafın sahibine de, çevresine de yakışmıyor. Biri yanlış konuşsa bile, ehl-i insaf birinin çıkıp “Bu kadar da değil artık!” demesi gerekmez mi?

Anlaşılan o ki hakaretin ötesinde sinsi bir maksat gözetiliyor: Daha önce karanlık merkezler tarafından defalarca denenen “terör örgütü” ya da “çete” suçlaması için zemin oluşturuluyor. Bir ülkenin Başbakan’ı her gün birkaç kez bir kitleyi hedef gösterirse, o kişiler hakkında suç uydurulmaması düşünülebilir mi? Şu an yargıya resmen baskı yapılıyor. Devletin bütün imkânları seferber edilerek ve dünya tarihinin en kara medya yapısı inşa edilerek suç bulunmaya çalışılıyor. Ortada somut bir suç olmadığı aşikâr; ama belli ki İstihbarat’tan Emniyet’e, medyadan yargıya kadar herkese buyruklar yağdırılıyor ve “suç bulun!” talimatı veriliyor. Hal böyle olunca herkes bilmeli ki, bu saatten sonra açılacak hiçbir dava hukukî bir anlam ifade etmez; olsa olsa zulüm tarihine geçecek bir süreç olur ve vicdanlara çarpıp zalimlere döner.

Gel de kahrolma! Bu ülkenin bir bölgesinde bölücü paralel örgüt kimlik kontrolü yapıyor, vergi topluyor, ceza kesiyor; bu ülkenin Başbakan’ı bu konuda tek bir kelam etmiyor. Onun tek bir gündemi var: Camia. Hizmet Hareketi’ne günde on kez tehdit savuran Başbakan, fiilî ‘paralel örgüt’ün silahlarını ve militanlarını görmüyor, tek bir cümleyle bile KCK’yı ağzına almıyor. Hangi vicdan bu çarpık durumu kabul edebilir? PKK lideri Abdullah Öcalan’ın posterleri billboardlara asılıyor. Ne Başbakan’da bir tık var, ne AK Parti yetkililerinde. 30 bin insanın ölümünden sorumlu tutularak mahkeme edilmiş, hakkında (idam cezası kalktığı için) ömür boyu hapis cezası verilmiş bir adamın posterlerinden rahatsız olmuyorsun; ama 8 yıl yargılanmış, hakkında beraat kararı verilmiş, beraat kararı en üst yargı organlarınca onanmış Fethullah Gülen Hocaefendi’ye en ağır ithamlarda bulunuyorsun. Allah aşkına hangi vicdan bu zulme razı olur?

AK Parti oy kaybeder mi bilemem; ama çok net söyleyebilrim ki bu parti vicdanını kaybediyor.

PKK, Öcalan’ın tutuklanış yıldönümünü vesile ederek ortalığı ateşe veriyor, Başbakan bu konuda susmayı tercih ediyor. Ama her Allah’ın günü beş on kez camiaya hakaret etmeyi ihmal etmiyor. “Seçimlerden sonra özerklik”ten bahsediliyor; bu ülkenin Başbakan’ı mülayemetini koruyor; ama hiç durmaksızın her gün camiaya hakaretlere devam ediyor. Neden? Yolsuzluk soruşturmasındaki savcı ve polisleri ‘paralel yapı’ olarak tanımlıyor ve onun üzerinden sürekli hakaretamiz konuşmalar yapıyor. İyi de bir evde bulunan 7 çelik kasayı o polisler mi koydu; onlar mı kasalarda, ayakkabı kutularında milyonlarca lirayı sakladı? Medyanın tamamını esir alma girişiminizle ‘paralel yapı’nın ne ilgisi olabilir? Villalar, rüşvetler, komisyonlar, havuzlar... Bu konularda konuşmaktan kaçıp alakasız insanları zan altında bırakmak ayıp değil mi?

Hocaefendinin Dava Çilesi

Fethullah Gülen Hocaefendi’nin bu kadar açık tehdit ve hakaret altında tutulması utanç vericidir. Ne var ki Hocaefendi hayatı boyunca hep tehdit altında yaşamış; ama inayet-i İlahi ve ma’şeri vicdanın isyanı ile hep dimdik durmuştur; duracaktır. Hayalî ithamlarla ne Hocaefendi’yi korkutmak mümkün ne de onu sevenleri... Hizmet tarihi bunun en açık delilidir.

Daha Edirne’de genç bir cami imamıyken bir kısım zalimler musallat olmuştu Hocaefendi’ye. Karakolun üst katından merdiven boşluğuna itmek için plan yapanların pusuları suya düştü. Bugün boyundan büyük laf konuşup hakaret yapanların bir kısmı o gün daha doğmamış, bir kısmı da kısa pantolonla top koşturuyordu mahalle aralarında. Hocaefendi’nin dava çilesi hiç bitmedi. 1971’deki askerî muhtıranın bedelini ödeyenler arasındaydı. Aylarca hapishanede kaldı, bir kerecik olsun “öf” bile demedi. Şimdilerde küfürbaz ağzıyla sanal âlemde mücahitlik taslayanlar o ıstırap dönemini tahayyül bile edemez. 1980 darbesinden sonra işkenceci generaller onu en çok arananlar listesine dahil etti. Altı sene! Dile kolay. Sürekli yer değiştirerek okudu, yazdı, ilham verdi sevenlerine. Ve bir gün Burdur’da (1986) yolu kesildi. Suikast yapmayı planlamıştı darbeciler; lakin “tuzak kuranların en hayırlısı”, o şenaate izin vermedi. Ve o gün (makamı cennet olsun) Başbakan Turgut Özal devreye girerek, hukukî süreci işletti. Ortada bir suç olmadığı tebeyyün edince altı yıllık eziyet sona erdi.

Ama çile hiçbir zaman sona ermedi. 28 Şubat zulmünün edebiyatını yapanlar, Hocaefendi’nin o uykusuz gecelerini, sancı ile aradığı çıkış yollarını bilemez. Hicreti firar sananlar, zaten ne Mekke’yi anlamıştır tarih boyunca ne Medine’yi. O günkü gazeteleri açın bakın. ‘Sabah’ adı verilen pespaye evrakın tiyneti o gün de benzer bir zehri kusuyor, Hocaefendi hakkında “idam kararı”ndan bahsediyordu. 28 Şubat savcısının hukuk dışı ithamlarına kurtarıcı simit gibi sarılanların “İslamcılık” ile alakası olabilir mi? Birkaç ay hapis yatıp; ya da birkaç gece karakolda kalıp onu onlarca senelik destana dönüştürenler, Hocaefendi’nin çilesini anlayabilir mi?

Bak sen şu kaderin cilvesine! Darbecilerin yapamadığını “kardeşler” yapacak ve camia, örgüt suçlamalarıyla yüz yüze gelecek; öyle mi? “Ehl-i küfür”ün kuramadığı tezgâh “ehl-i iman” tarafından kurulacak ve Hocaefendi’ye “örgüt lideri” denecek öyle mi? Sanılıyor ki ma’şeri vicdan uyuyor. Ve sanılıyor ki zulüm sonsuza kadar sürecek, kirli planların hesabı sorulmayacak.

Ağzından çıkanı kulağı duymayanlar! Yazdığı müfteri yazıdan yüzü kızarmayanlar! Peşinen söyleyeyim ki uzun bir zamandan beri fettan bir üslupla sürdürülen mesnetsiz çete/örgüt suçlaması ile 76 yaşına gelmiş Fethullah Gülen Hocaefendi’ye zarar vermeye kalkışırsanız tarih, adınızı Yezid’lerin, Haccac-ı Zalim’lerin yanına kaydedecek. Belki tarihi çoktan unutmuşsunuzdur; hadi daha yakından anlayabileceğiniz bir örnekleme yapayım. Hani ikide bir Mısır’daki General Sisi’ye darbeci diyor, veryansın ediyor ve “İhvan’ı terör örgütü ilan etmek için kumpas kuruyor” diye suçluyorsunuz ya... İşte esameniz, planladığınız şeyleri zulme dönüştürür ve icra ederseniz, Sisi’nin yanına yazılacak! Çünkü bir kerecik bile karıncaya bastıkları görülmemiş beyefendiler/hanımefendiler topluluğuna “terör örgütü, paralel devlet, virüs, çete, maşa...” gibi pespaye laflar söyleyip saldırmak, “darbecilik”in dik âlâsıdır, zulmün en dip noktasıdır. Fethullah Gülen Hocaefendi’ye karşı sergilenen vefasız ve saygısız tutum ne ilktir, ne de son. Tarih boyunca âlimler, zalimler tarafından hedef alınmış, haklarında yalan yanlış laflar üretilmiş; hatta işkence ve sürgüne maruz bırakılmıştır.

Tarih boyunca, “din mazlumları”, ehli küfürden çektikleri çilenin belki yüz katını, maalesef, ‘ehl-i iman’dan çekmişlerdir. Her dönemde âlimlere, âbidlere, zâhidlere olmadık suçlamalar yapılmış, akla hayale gelmedik kötülükler o güzel insanlara reva görülmüştür. Acı gerçek budur: Siyaset merkezindeki yönetme içgüdüsü ve hükmetme şehveti, belli bir noktaya geldiğinde, sosyal merkezdeki her türlü oluşumu kendisi için potansiyel tehlike olarak algılamış ve onlara her türlü cefayı yapmakta beis görmemiştir. Onlarca misali var zulmün. Bir hiç uğruna gönül sultanları rencide edilmiş, tefekkür şahikaları hakkında akla hayale gelmedik düşmanlıklar yapılmıştır. Gelin, tarihin izdüşümlerinde kısa bir seyahate çıkalım ve birkaç günlük yazı dizisiyle zalimler ve âlimler ilişkisini masaya yatıralım. Tarihin o sararmış yapraklarına baktıkça dejavu diyecek, yaşananlara daha kolay mana verecek ve çıkış yolunu somut misaller üzerinden düşüneceksiniz...

© 2015