Yazı Dizileri - Genç Adam

Hudeybiye

Bir kere daha hatırlatalım; Allah Rasûlü, nazarı nereye ulaştı ise kademi oraya basan, misli görülmemiş bir liderdi. Düşüncelerini pratiğe dökmede O’nun eşi ve menendi yoktu. Mevzû ile alâkalı dünya kadar hâdise sıralamak mümkündür. Ancak biz, sadece bir tek misalle iktifa edeceğiz. İbn-i İshak anlatıyor:


Hicretin altıncı senesi Allah Rasûlü, tam bir metafizik gerilim içinde bulunan ashabını, umre için Mekke’ye götürmeye söz vermişti. Böyle bir umre, hem Muhacirîn’in yıllardır süren sıla hasretini giderecek, hem de bütün Müslümanlara yeni bir gerilim kazandıracaktı. Ve Allah Rasûlü bu mülahâza ile 1400 kadar arkadaşını aldı, yola koyuldu.


Allah Rasûlü, Müslümanlığı Mekkeliler tarafından bilinmeyen, Huzaa oymağından birini, ihtiyat tedbiri olmak ve istihbaratta bulunmak üzere daha önceden göndermişti. İstihbarî bilgilere göre, Kureyş, bütün kabileleri toplayarak bir toplantı yapmış ve Müslümanların Mekke’ye sokulmaması hususunda ittifakla karar almıştı.


Evet, Kureyş, silah kullanmak pahasına, Müslümanların Mekke’ye girmesine mâni olmak azmindeydi ve kararlaştırdıkları gibi de tatbik ettiler. Askerler, Belâdin mevkiini işgal etmişler. Halid b. Velid ve İkrime b. Ebu Cehil kumandasında iki yüz kişilik bir müfreze de Râbığ ile Cuhfe arasında olan Kurâü’l Gamim’e kadar gelmişlerdi. Bu durumdan haberdar olan Allah Rasûlü, hemen o tarafa doğru yürüyüş emri verdi. Müslümanların gelmekte olduğunu görünce Halid, derhal Mekke’ye giderek, onları durumdan haberdar etti. Bu esnada Efendimiz de Hudeybiye’ye kadar gelmiş bulunuyordu.


Hudeybiye, Mekke’den 50-60 km uzaklıkta bir yerin adıdır. Esasen daha önceleri bu isim, orada mevcut bir kuyunun ismi iken, daha sonra, o kuyuya yakın bir köyün de adı olmuştu.


1. Su Mu’cizesi


Konaklanan yerde sadece bir kuyu vardı ve kuyuda da su yoktu. Susuzluk ciddi bir tehlike arzetmeye başlayınca, sahabe Allah Rasûlü’ne müracaat etti ve ne yapmaları gerektiğini sordular. Allah Rasûlü kendi sadağından bir ok çıkarıp yayını gerdi ve bu oku kuyunun dibine sapladı, derken okun saplandığı yerden su fışkırmaya ve kuyu yükselmeye başladı. Bu başka değil, ancak bir mu’cizeydi. Cenâb-ı Hakk Ashabın çok muhtaç olduğu bir zaman ve zeminde, Peygamberi’nin eliyle, inananlara bir mu’cize daha göstermişti.


Herkes bu sudan içti, abdest aldı, kaplarını doldurdu ve artık su sıkıntısı kalmamıştı.


2. Elçiler


Huzâa kabilesi, Müslümanlığı kabul etmemekle beraber müslümanlarla müttefik idiler. Mekkelilerin hazırlıklarını onlar da duymuşlardı. Birkaç kişi gelip, durumu Allah Rasûlü’ne haber verdiler. Heyet arasında Büdeyl b. Verka da vardı. Bu zât ancak Mekke’nin fethinden sonra Müslüman olmuştu. Efendimiz, bu zata itimat ettiği için, onu Mekkelilere göndermiş ve gayesinin sadece umre olduğunu onlara bildirmesini emretmişti.


Büdeyl, Mekkelilere Allah Rasûlü’nün mesajını iletti. Urve b. Mesud es-Sakafî de dinleyenler arasındaydı. Söylenenleri gayet ma’kûl bulmuştu. Gidip Allah Rasûlü’yle görüşmek teklifini ileri sürdü ve Mekkeliler onu böyle bir vazife ile Allah Rasûlü’ne gönderdiler.


3. Değişen İnsanlar


Urve, Efendimizin yanına geldi ve O’nunla konuşurken bir aralık eliyle Allah Rasûlü’nün mübârek sakalına dokunmak istedi. Bu eski bir Arap âdetiydi. İşte o anda Urve’nin eline şiddetli bir darbe indi.. darbenin sahibi, Urve’nin öz yeğeni Muğire b. Şube (ra)’ydi. “Pis elini, Allah Rasûlü’nün pâk sakalına sürme. Bir daha tekrar edersen elini koparırım!” dedi. Urve donup kalmıştı. Daha birkaç ay önce Muğire’nin işlediği cinayetin diyetini, o ödememiş miydi? Müslüman olunca yeğeni birden ne kadar değişmişti. Ayrıca sahabenin, Allah Rasûlü’nün etrafında nasıl pervâneler gibi döndüğü de Urve’nin gözünden kaçmamıştı. Mekke’ye döndüğünde bu hayranlığını şu şekilde dile getirdi:


“Ben nice Kisralar, Kayserler ve Necaşîler gördüm. Fakat bunların hiçbirini etrafındaki insanların Muhammed (sav)’e olan bağlılığı gibi bir bağlılık içinde görmedim. Gelin beni dinleyin ve bu adamla uğraşmayın!” Bu görüşme neticesiz kaldı. Allah Rasûlü Kureyş’e Hıraş b. Ümeyye’yi gönderdi. Ancak Kureyşliler ona, hücum edip devesini öldürdüler. Kendisini de öldüreceklerdi ama, müttefiki olan bir kabile imdadına yetişti.


4. Elçi Osman (ra)


Bundan sonra Kureyş’e bir başkasının gönderilmesi gerekiyordu. Hz. Ömer(ra)’e teklif edildi. Ancak, Mekke’de Ömer’in düşmanı çok, dostu ise hiç yoktu. Onun gönderilişinin sulh adına bir faydası olacağı şüpheliydi. O, bu kanaatını Allah Rasûlü’ne bildirince, Hz. Osman (ra)’ın gönderilmesine karar verildi.


Kureyşliler Hz. Osman’ı yakalayıp hapsettiler. Bir ara onun öldürüldüğü şâyiası bile duyuldu. Gelmesi gecikince, bu şâyianın doğruluğu kanaatine varıldı. Bunun üzerine, Allah Rasûlü, Müslümanları biata çağırdı. Kendisi bir ağacın altında oturmuştu ve gelip gelip biat ediliyordu. Daha sonra bu ağaca “Rıdvan ağacı” dendi. Rıdvan ağacı, Hz. Ömer döneminde kesilmişti; zira Hz. Ömer (ra) bu ağaca kudsiyet atfedilmesinden korkuyordu.


5. Ölüme Biat


Biat sesini duyunca herkes yerinden ok gibi fırladı.. ve o uğurda ölüme kadar her şeye biat ettiler. Çünkü o esnada ancak ölüm için biat edilirdi. Evet herkes koştu hem öyle koştular ki bir yarım insanın dışında Allah Rasûlü’nün, mübarek elini sıkmadık tek fert kalmadı.


Sadece bir insan kalmışdı ki, o da şu anda Mekke’deydi ve hayatta olup olmadığı da bilinmiyordu. Allah Rasûlü yine, zaman ve mekanı aştığı anlardan birini yaşıyor gibiydi. Sanki zaman ve mekan önünde dürülmüş ve sanki çok ötelerdeki Osman (ra)’ın elinden tutmuş gibi bir hâli vardı. Sağ elini kaldırdı, “Bu benim elim” dedi. Ardından da sol elini kaldırdı: “Bu da Osman (ra)’ın eli” buyurdu. Ve ardından ilave etti: “Şahit olun, ben Osman (ra)’ın yerine biat ediyorum.”


Bu ne kudsî biattı ki Allah Rasûlü o biata vekalet ediyordu..!


Mes’ele çok ciddîydi.. ve herkes feverân içindeydi. Sinirler iyice gerilmiş, ashab infilak etmeye hazır gibiydi.. ve sadece Allah Rasûlü idi ki denge ve i’tidâlini hiç bozmamıştı. Gerçi içi yanardağlar gibi fokur fokur kaynıyordu ama, O insanüstü iradesiyle bu yanardağların dahi patlayıp etrafa lavlar saçmasına mâni olabiliyordu. Aman Allahım! Bu ne sarsılmaz irade..!


6. “İş Kolaylaştı”


Tam bu gerginlik esnasında, Allah Rasûlü ileriden bir toz belirdiğini müşahede etti. Biraz sonra da tozlar arasından Süheyl çıkıvermişti. O, Süheyl’i çok iyi tanırdı. Yanındakilere: “İş artık kolaylaştı. Kureyş anlaşmaktan başka bir şey yapamaz” dedi. Kolaylık mânâsıyla irtibatlı, Süheyl isminden tefe’ül edilmesi de ayrı bir konu. Allah Rasûlü’nün insanları tanımasına bakın ki, daha Süheyl’i görür görmez hemen neticeyi söylemişti. O, Urve’yi gördüğü zaman da Kureyş’in anlaşma niyetinde olduğunu söylemişti ama, Süheyl’le bu iş kesinlik kazanacaktı. Nitekim hâdiseler Allah Rasûlü’nü tasdik çizgisinde cereyan etmeye başlamıştı bile. Süheyl, anlaşmak için geldiğini açıkça ifade etti. Zaten, Allah Rasûlü de böyle bir anlaşma istiyordu.


7. Anlaşma


Gerçi anlaşma maddeleri ilk bakışta, tamamen Müslümanların aleyhinde gibi görünüyordu ama, Kur’ân bunu, neticesi itibariyle bir fetih olarak anlatıyordu.


Süheyl Allah Rasûlü’nden ne kadar taviz koparabilirse bunu kendisi için büyük bir muvaffakiyet sayacaktı. Onun için en küçük mes’eleleri dahi gündeme getirmekten çekinmiyordu.


Meselâ; daha anlaşmanın başlangıcında yazılan بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيم cümlesine itiraz edip, bunun yerine بِاسْمِكَ اللّهُمَّ yazılmasında diretti. Allah Rasûlü de onun bu teklifini kabul etti.


Suheyl’in ikinci itirazı, “Resûlullah” ifadesine oldu. “Biz zaten senin Rasûllüğünü kabul etmiş olsak, böyle bir anlaşmaya lüzum kalmazdı” dedi. Efendimiz kâtiplik yapan Hz. Ali (ra)’ye; orayı da karalayıp مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ yazmasını söyledi. Ancak, bu teklif, Hz. Ali’ye ağır gelmiş ve bir miktar duraklamıştı. “Rasûl” kelimesini silmek içinden gelmiyordu. Bunun üzerine Allah Rasûlü, bizzat kendi eliyle o ifadeyi çizdi ve مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ ifadesini yazdı veya Hz. Ali (ra)’ye yazdırdı.


Anlaşma maddelerinin hemen hepsi uzun münakaşalara sebep olmuştu. Süheyl, kendi dedikleri yazılmadıkça böyle bir anlaşmaya imza atmayacağını söylüyor, Allah Rasûlü de böyle bir anlaşmanın getireceği büyük neticeler itibariyle, dış yüzündeki ürperticiliğe rağmen bu isteklerin çoğuna “evet” diyordu.


Bu maddelere göre:

1. Müslümanlar bu sene Mekke’yi ziyaret etmeden geriye dönecekler.
2. Ziyaret ancak gelecek sene yapılacak ve ziyaret müddeti de sadece 3 gün olacak.
3. Yanlarına hiçbir silah almayacak ve herkes sadece beline kuşanmayı âdet haline getirdiği kılıcı ile gelebilecek, o da kınında bulunacak.
4. Mekke’den Medine’ye gitmek isteyen olursa kabul edilmeyecek; aksine Mekke’ye dönen kimselere de engel olunmayacak. (Yani Müslümanlardan biri Medine’ye gitmiş olursa veya Müslümanlara sığınırsa, o derhal Kureyş’e teslim edilecekti.)
5. Arap kabileleri istedikleri tarafla birleşmekte serbest bırakılacaktı.
8. Hz. Ömer’de (ra) Hudeybiye Şoku


Görüldüğü gibi, bu maddelerin hepsi de ilk bakışta Müslümanların aleyhine gibiydi. Hele, bir Müslümanın tekrar Kureyş’e teslim edilmesini öngören madde, Müslümanları çıldırtacak bir madde idi ki, Hz. Ömer (ra)’ın, Allah Rasûlü’nün karşısına gelerek: “Sen Allah’ın Rasûlü değil misin?” diyecek kadar feveranına sebep olmuştu. Allah Rasûlü bu esnada dahi sükûnetini bozmamış ve Ömer (ra)’in sorularına gayet soğukkanlı şöyle cevap vermişti:


- Evet, ben Allah’ın Rasûlü’yüm.

- Biz hak yolda değil miyiz?

- Evet, hak yoldayız.

- Öyleyse bu zilleti niçin kabul ediyoruz?

- Ben Allah’ın peygamberiyim ve Allah’a isyan edemem.

- Sen Ka’beyi ziyaret edeceğimizi söylemedin mi?

- Evet, söyledim. Fakat bu sene demedim.


Ömer (ra) hızını alamamış ve Hz. Ebu Bekr (ra)’in yanına gitmiş, ona da aynı şeyleri sormuştu. O da Allah Rasûlü’nün verdiği cevaplarla mukabelede bulunmuştu.


Daha sonraları Hz. Ömer, bu hadiseyi her hatırlayışda ızdırapla iki büklüm olur ve nedâmet yutkunurdu.. kimbilir, bu yolda, ne sadakalar vermiş, ne oruçlar tutmuş ve ne istiğfarlarda bulunmuştu! Evet O, dediğine binlerce defa pişman olmuştu.


9. Ebû Cendel (ra)


Sadede dönüyoruz: Süheyl’in oğlu Ebu Cendel’in, o esnada ayağındaki prangaları sürüye sürüye gelişi bardağı taşıran son damla olmuştu. Ebu Cendel bitkin bir vaziyette oraya gelmiş ve kendisini Allah Rasûlü’nün önüne atıvermişti. Bu manzaraya sahabeden hiçbirinin yüreği dayanmamış ve hepsi hıçkıra hıçkıra ağlamışdı. Süheyl: “Anlaşmanın geçerli olması için ilk şart oğlumun bana iadesidir” dedi. İşte o anda kopan çığlıklar, yavrusunu kaybetmiş bir ananın ızdırap dolu feryadı gibiydi. Allah Rasûlü de gözyaşlarını tutamamıştı. Süheyl’e rica ettiler: Daha anlaşmaya imza atmadık.. Ebu Cendel muaf tutulabilir. Ancak, bu teklifler hiç mi hiç hüsnü kabul görmedi ve Süheyl sözünde ve talebinde diretti. Ve Efendimiz (sav), gözyaşları içinde Ebu Cendel’i geriye iade etti. Fakat ona, yakın bir gelecek içinde, müjdeli birşeyler fısıldadı: “Allah sana ve senin gibi olanlara çok yakında bir kurtuluş nasip edecektir”.... Ve dediği gibi de oldu.


10. Ebu Basîr ve Arkadaşları


Hudeybiye’den hemen sonra Mekke’den kaçan Ebu Basîr künyesi ile ma’ruf Utbe b. Esîd, gelip Allah Rasûlü’ne iltica etmişti. Ardından Kureyş, Medine’ye iki adam göndererek Ebu Basîr’in iadesini istedi. Allah Rasûlü onu da iade etti. Fakat Ebu Bâsir, yolda bu muhafızlardan birini öldürdü; diğeri de kaçarak canını zor kurtardı.


Ebu Basîr, tekrar Allah Rasûlü’nün huzuruna geldi. Ancak, İki Cihan Serveri: “Bir peygamber verdiği sözden dönemez,” diyerek Ebu Basîr’i Medine’ye kabul etmedi. Bunun üzerine de Ebu Basîr Medine dışında, Zulmerve’ye yakın Îss’de yerleşti. Derken Mekke’deki mağdur Müslümanlar, bu sığınaktan haberdar olunca teker teker kaçıp Ebu Basîr’in yanına yerleştiler.. ve bu Mekkelilerin korkulu rüyası oldu. Ebu Basîr ve arkadaşları, ticaret için oradan geçmek zorunda olan Mekke kervanları için artık büyük bir tehlike teşkil ediyorlardı...


Mekkeliler, bizzat Allah Rasûlü’ne müracaat ederek, Müslümanların Medine’ye kabul edilmesini istediler. Böylece, Hudeybiye anlaşmasının Müslümanları en çok rahatsız eden maddesi, bizzat bu maddeyi teklif edenler tarafından ilga edilmiş oluyordu. Bu da apaçık bir zafer demekti.


Zaten, Hudeybiye dönüşünde Fetih sûresi nazil olmaya başlamış ve bu anlaşma apaçık bir fetih olarak vasıflandırılmıştı.


Allah Rasûlü çok memnundu. Düşündüğü her şey, mevsimi gelince çözülen düğümler gibi çözülmeye başlamıştı bile... Aslında O, fettah olan kılıcını düşmanın başına tâ Hudeybiye’de indirmişti ve düğüm orada çözülmüştü ama, hâric-i vücud nokta-i nazarından ve âlem-i şehadet itibarı ile düğüm şimdi çözülüyordu. Bir gün Sîfü’l-Bahr tepesinin fütüvvet ruhunu temsil eden yiğitleri, evet henüz bıyıkları terlememiş, çiçekleri burnunda bu delikanlılar, Allah Rasûlü’-nün “Seniyyetü’l-Veda”yı aşarak Medine’ye geldiği gibi şimdi Medine’ye giriyorlardı. Ve, başta Allah Râsûlü olmak üzere bütün Medine halkı da onları, Seniyye-i Veda türküleri ile karşılıyordu. Küfür miyopları, kendi elleri ile kendi şartlarını bozmuşlardı. Ve bir gün gelecekti; Allah Rasûlü’nün paktına dahil olan bir kabileye tecavüz edecek ve Allah Rasûlü’nün kurrasını öldürecek, dolayısıyla da kendi ahidlerini bütün bütün nakzedeceklerdi. Allah Rasûlü de Hudeybiye ile blokajı atılan büyük fethi bizzat Mekke’ye girerek fiilen tahakkuk ettirecekti.


Kaynak: Sonsuz Nur 2, Hudeybiye

 

Add comment


Security code


Refresh

back to top
  • EN SON EKLENENLER
  • EN ÇOK OKUNANLAR
  • SON YORUMLAR

ARAMA

BU GÜNLER DE GEÇECEK

ÇATLAYAN RÜYA

ÇARPITILAN BEDDUA!

ŞAHİT OL YA RAB...

Mefkure Yolculuğu