Kararlı İftira Faaliyetleri Üzerine Sosyo-Psikolojik Bazı Tespitler-4
- Written by Hamdi İşcan
- font size decrease font size increase font size
- Add new comment
Bir önceki yazıda planlı, sistemli karalama faaliyetlerinin arkasında 'alemi nasıl bilirsin, kendin gibi" bakış açısının önemli bir yer tuttuğuna dikkatleri çekmiş ve bu psiko-sosyal saikin bir vechesi üzerinde durmuştuk. Şimdi de aynı başlık çerçevesi içinde ele alınabilecek konunun ayrı bir yönü üzerinde durmak istiyoruz.
Şöyle ki; 'alemi kendisi gibi görme" bakış açısı sadece ahiret inancı, ilahi rıza gibi insanı sonsuzluğa rabtedici dinamiklere inanılmadığından dolayı adanmışlık ve fedakarlık ruhunu anlayamama şeklinde kendini göstermemektedir.
İftira tutkunlarının, kendi anlayışları doğrultusunda toplumu değiştirme-dönüştürme tarz-ı telakkisi, devlet ve idareye yaklaşım tarzı da dış dünyayı algılamalarında belirleyici rol oynamaktadır. Bu yüzden, karalama faaliyetlerini organize edenlerin, genelde marksist felsefenin basmakalıp düşünceleriyle hareket eden 68 kuşağından teşekkül etmesi bir tesadüf olarak görülmemelidir.
Zira onlar "devrim çocukları"dır. Devrim hülyaları görmüş, devrimle oturup devrimle kalkmış ve hala bu zamanda, yani demokrasiden geriye dönüşün mümkün olmadığı, temel hak ve hürriyetler mevzuunda dünya çapında genel bir kabulün söz konusu olduğu, iletişim ve haberleşme vasıtaları ile yeryüzünün küçük bir köy haline geldiği, bu sebeple dünyadan kopuk, totaliter, demokrasiye kapalı hiçbir ülkenin güçlü olarak ayakta durabilmesinin mümkün olmadığı bir zaman diliminde dahi "devrim" hayalleri gören/görebilen jakoben bir zihniyetin temsilcileridir.
Evet, ihtilal düşüncesi onların hareket felsefesinde merkez noktayı tutar. Onlara göre, meşru-gayr-ı meşru, bir şekilde, iktidarı ele geçirecek, bütün toplumu ilzam edici kanunlar çıkaracak, kaba güç ve kuvvetle dahi olsa bu kanunları zorla uygulamaya koyacaksın. Halk adam edilmesi gereken bir kitledir ve bu saf yığınlar kurtulursa ancak böyle bir metodla kurtulur. Bunun için toplumu sevk ve idare edebilecek en kritik noktalarda kadrolaşmaya gidecek, devletin en hassas yerlerine sızacak ve ideal toplum düzenini –topluma rağmen– gerçekleştirme adına uygun zaman ve zemin için fırsat kollayacaksın. Vakt-i merhunu geldiğinde de, – her ne kadar toplum böyle bir idrakten mahrum bulunsa, kadir-kıymet bilmese de (!) – toplumun halaskarı olarak, ülkenin kaderine hükmedecek şekilde bütün makamlara el koyacaksın.
İşte bu eski tüfek devrim çocukları; en büyük bir iş ve icraat olarak – hangi yolla olursa olsun – iktidarı ele geçirme, hükmetme konumuna gelme, makam-mansıp sahibi olmayı esas gördüklerinden, ortaya konan her faaliyet ve teşebbüsün de başka değil ancak böyle bir gayeye matuf olduğu/olacağı inancını taşımaktadırlar.
Halbuki Hocaefendi, gerek bir ömür boyu yaptığı vaaz ve sohbetler, yazdığı kitap ve makaleleriyle, gerekse pratik hayat içinde ortaya koyduğu hareket ve faaliyetlerin hal diliyle, temel bir düşünce olarak hep, bütün bir İslam Dünyası ve hatta bütün bir insanlık olarak şu zamanda karşılaştığımız buhran ve bunalımların temelinde insan unsurunun yattığını, problem ferdde olduğundan çözümün de ferdde aranması gerektiğini, zira ideal cemiyetin ancak ideal fertlerden meydana geldiğini/geleceğini ısrarla vurgulamış; “bu ülkenin parti ve hizipçilikten daha çok, imanla, ümitle donanmış, aşkla, heyecanla dopdolu; maddî-manevî-uhrevî garazlardan sıyrılabilmiş ilim, ahlak ve fazilet havârisi babayiğitlere ihtiyacı” olduğunu sürekli ifade etmiş; geniş halk tabakalarını eğitim, kültür faaliyetlerine yönlendirirken, onlara yılandan-çıyandan kaçar gibi politik herhangi bir maksat ve üsluptan, şahsî menfaat ve çıkarlardan uzak durmalarını telkin etmiştir.
Bu sebeple ona göre kurtuluşumuz ancak ve ancak bir taraftan topyekün cehalete karşı seferberlik ilan ederek bilgi, bilginin değerlendirilmesi gibi temel mevzularla insanımızın zihninin aydınlatılmasında, diğer taraftan da sağlam bir ahlakî telakkî ve bunun, hayatın her alanına hayat yapılmasında, imanlı fazilet ve onun vazgeçilmezliğinin vicdanlara duyurulmasında, hasılı insanların yeniden ilim, irfan, ahlak ve fazilet seferberliğine yönlendirilmesinde aranmalıdır. Yoksa bazılarının zannettiği gibi herşeyi içtimaî yapının değişitirilip dönüştürülmesine, dönüştürülüp yeni kalıplara ifrağ edilmesine bağlamak, Hocaefendi'ye göre milli ve içtimai bünyenin temelinde ve iç yapısında meydana gelen kırılma ve yarılmalara karşı sadece dış cepheye boya çalmak durumuna düşmek demek olacaktır.
İşte Hocaefendi'nin aksiyon anlayışı, hareket felsefesi, ortaya koyduğu hizmet tarzı, yukarıda bir nebze değindiğimiz devrim delisi grupçukların aksiyon anlayış ve yönteminden tamamen ayrı, ona zıt ve ve yer-gök mesafesi ölçüsünde ondan uzak bulunsa da, o grupçuklar kendi iç dünyaları ve çarpık hendeselerine göre dış dünyayı gördüklerinden, bu eğitim gönüllüleri hareketini de kendilerine kıyasla tanımlayıp ona göre değerlendirmeye kalkışıyorlar. Evet hayatları; ideolojik örgütlenme, sızma operasyonları, resmi-sivil cunta çeteleri oluşturma vb. faaliyetler içinde geçtiğinden, kendileri dışındaki herkesi de kendileri gibi zannedip ona göre olmadık iddia ve ithamlarla yaftalama ve karalama eğilimine giriyorlar.
Yansıtma Mekanizması
Tabii meselenin bir de, psikolojide, savunma mekanizmalarından biri olarak kabul edilen yansıtma mekanizması ile ilgili tarafı vardır.
Yansıtma mekanizması, kişinin suçluluk duyguları uyandıracak nitelikteki düşünce ve isteklerini diğer insanlara mal etmesi suretiyle savunma stratejisi oluşturması halidir. Böylece kişi kendi günahsızlığını korumuş olur ve duygularını yansıttığı insanı kötü amaçlı biri gibi görmeye başlar, kendi çaresizliğinden kaynaklanan düşmanlık duygularını, çevresinden kendisine yöneltilmiş gibi yorumlama eğilimi gösterir.
Yansıtma mekanizmasını kullanan kişinin, genelde, hangi suç veya suçluluk duygusu içerisinde ise, etrafını da o suçla itham ettiği söylenebilir. Mesela, çevresine karşı kırıcı, sert, kaba davranışlarda bulunan biri, etrafındaki insanların zalim ya da kaba olduklarına içten içe kendisine telkinde bulunur. Zamanla bu mevzuda kendini ikna eder. Daha sonra etrafına kaba ve sert davranmasının, kendisinin huysuz, geçimsiz, kötü bir insan olduğundan dolayı değil de, onların böyle bir muameleyi hak ettiklerinden dolayı bu şekilde davranışta bulunmak zorunda kaldığı kanaatine varır.
İşte müfteri güruhunun, kimi zaman farkında olmaksızın, kimi zaman da iradî ve şuurlu bir şekilde, bir taktik olarak, yavuz hırsız misali, geçmişte yapmış oldukları ve şu anda yapmayı düşündükleri anti-demokratik teşebbüs ve faaliyetleri, yolsuzluk ve hortumlamaları, mafyalaşma ve ideolojik örgütlenmelerini gölgeleme adına, her nerede olumlu bir iş ve faaliyet varsa, onu akla ziyan iftira ve tezvirlerle karalamak suretiyle hedef şaşırtma ve böylece kendilerini gizleyebilme gayesi içinde oldukları görülmektedir.
Yoksa kanaatimce, bu ve benzeri psikolojik saikler göz önünde bulundurmadan, insaf ölçülerine "pes" dedirtecek bir çılgınlıkta; meleği şeytan gösterme, renk renk, çeşit çeşit çiçeklerin bulunduğu gülistanı bataklık diye sunma, masum kelebeği vahşi bir canavar gibi takdim etmeye kalkışma gayretini izah edebilmemiz mümkün görünmemektedir.
Nasip olursa bir sonraki yazıda, bu psikolojik saiklerin grup psikolojisi içinde nasıl kitle ruh haline dönüştüğü üzerinde duracak, konuyu bir de o açıdan ele almaya çalışacağız.