Logo
Print this page

Müsbet hareketin ölçüsü

Müsbet hareketin, okuduğumuz ve az dahi olsa aşina olduğumuz kitaplar ve bize ait terminoloji açısından mânâsı şudur: Müsbet hareket, insanın, “Benim yolum, hizmet metodum güzeldir.” duygu ve düşüncesiyle mesleğinin muhabbetiyle yaşaması ve asla gönlünde başkalarına adâvete (düşmanlığa) yer vermemesidir.

Aslında, kendi mesleğine bağlılığını canlı tutup ve kendi mesleğinin sevgisini başka gönüllere ulaştırıp onlarda alaka uyaracağına, başkalarının mesleğini yıkmakla meşgul olan bir insan, menfi hareket ediyor demektir.

Kendi mesleğine revaç kazandırmak adına, “Falanın mesleği şöyle kötüdür, filan şöyle merduttur.” diyen kişi günah işliyor ve mesleğinin muhabbetiyle yaşayacağına, başkalarına adâvetle yaşıyor ve dolayısıyla kendi mesleğini de baltalıyor sayılır. Evet, mükerrer tecrübelerle görülmüştür ki, bir insan, mesleğinin muhabbetiyle hareket edeceği yerde, başkalarını yıkmakla meşgul olunca, çok defa kendi düşüncesini baltalamış olur. Her şeyden evvel bize de onlara da müheymin ve nigehban olan Allah var. O, iddialara göre değil, iç mülahazalara göre muamelede bulunur. Eğer biz hak yolda isek ve hizmetimiz Allah’ın hoşuna gidiyorsa, O, yeryüzünde hizmetimize perde olabilecek her şeyi bertaraf eder. Şayet bizim ihlasımız yoksa ve samimi değil isek, buna karşılık başkaları ihlaslı ise onların ortaya çıkmasına ve bizim kaderimize hakim olmasına mani olmak, Allah’a karşı bir sû-i edeptir. Binaenaleyh kişi başkalarını yıkmakla meşgul olacağına, daha ziyade ihlaslı harekete önem vermelidir. Bütün davranış ve hareketlerini, Cenab-ı Hakk’ı hoşnut edecek şekilde ayarlamalı, tanzim etmeli ve öyle davranmalıdır.

Müsbet hareketin ölçüsüne gelince, biz, din olarak İslam’a, mezhep olarak da Hanefi mezhebine mensubuz. Şimdi, böyle bir anlayışın muhabbetiyle yaşamak şöyle olur: İslam, tevhidi getirmiştir. Şirkin, putperestliğin aleyhinde olmak ve aynı zamanda tevhidi delilleriyle anlatmak elimizdeki kitaplarda gördüğümüz gibi tevhid düşüncesini şeytanın elinin uzanamayacağı yerlere yerleştirme adına bütün delilleriyle anlatmak, mesleğimizin muhabbeti demektir. Böyle bir sorumluluğumuz olduğu halde kalkıp mesela, Hıristiyanların, lehte veya aleyhte tarz-ı telakkileriyle meşgul olmak, Hıristiyanlık dünyasıyla bizi karşı karşıya getireceğinden mahzurludur. Doğru olan, tevhidi, tevhidin mantıkiliğini anlatmak, dolayısıyla teslisin yanlışlıklarına dikkati çekmek ve Allah’ın üç olamayacağını mantıki olarak anlatmak olmalıdır. Yoksa kuru bir düşmanlık ve mücerret taarruz, onlarla bizi faydasız bir şekilde karşı karşıya getirir. Hususiyle günümüzde inkarcılık, inkar-ı uluhiyet, ateizm yani Allah kabul etmeme düşüncesi, öyle korkunç bir düşmanlıktır ki, karşımızda bunlar varken Allah’a, peygambere ve geçmiş peygamberlere inanan kimseleri hedef almak, Müslümanlık adına yanlış bir mücadele tarzı olsa gerek.

İsterseniz meseleyi biraz daha hususileştirelim: Mesela, biz Hanefi mezhebindeniz. Ben bir Hanefi olarak Hanefi mezhebini Şafii, Maliki ve Hanbeli mezheplerinden üstün tutarım. Fakat böyle bir üstün tutma hissi, hiçbir zaman, beni İmam Şafii, İmam Malik veya İmam Ahmed b. Hanbel Hazretleri’ni tenkîse (küçültme, hatalı gösterme) sevk etmez ve etmemelidir de. Ben mesleğimin muhabbetiyle yaşar, Ebu Hanife’nin mesleğinin esaslarını ortaya koymaya çalışır, diğerlerinin hatalı gördüğüm yanlarıyla da hiç mi hiç meşgul olmam. Biraz daha hususileştirecek olursak, bizim bir hizmet metodumuz var; bize bir yol çizilmiş, biz de bu yol içinde hizmet vermeye çalışıyoruz. Bazıları, bir grup teşkil eder, sokağa çıkar ve mitinglerle düşüncelerini seslendirir; bazıları, ehl-i gafletin ve ehl-i dalaletin yolunu kesme istikametinde gayret gösterir; bazıları da daha başka metotlar takip eder. Biz ise, “Günümüzde kalb ve kafalar iman açısından yaralanmıştır. Bu yarayı tedavi edip gönülleri umumi bir itminana ulaştıracağımız ana kadar gerçek huzur ve sükûnun sağlanamayacağına inanır ve himmetimizi iman ve itminan meselesine tevcih ederiz.” Bize göre Efendimiz’in yolu da budur. Nitekim O’na emirlik ve bir grup teşkili teklif edildiği zaman “Güneş bir omuzuma, Ay bir omuzuma konulsa ben bu davadan vazgeçmem.” yani hep insanlara iman telkin ederim demiş ve bunda ısrar etmiştir. On üç sene Mekke’deki mücadelesinin arka planında da hep bu vardır. Evet işte bu, bizim mesleğimizdir. Biz, böyle hareket etmek mecburiyetindeyiz. Binaenaleyh, bazı hiziplerde daha candan dostlarımız olsa da partiler bizim için tâlî bir meseledir. Her şahıs beğendiğine rey verir. Fakat bunu mevzu yaparak mücadele konusu yapmaz. O, her yerde iman ve Kur’an nurlarının dostları olabileceği mülahazasıyla hareket eder, herkesin sempatisine fevkalade önem verir ve başkalarını küstürmemeyi vazife bilir. Bu bizim üslubumuz, -meslek denecekse- mesleğimizdir.. ve biz, mesleğimizi çok seviyoruz.

Şimdi, mesleğimizi esasatıyla anlatmak, o yolda insanlığa yararlı olmaya çalışmak ve mesleğimizin gereği olan iman hakikatlerine hizmet etmek varken, bunu bir tarafa bırakıp, doğrudan doğruya başkalarının mesleklerini yıkmakla meşgul olmak tam bir menfi harekettir. Bu mevzuda Kur’an-ı Kerim bizlere şöyle bir düstur verir: “Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltmeye bakın! Siz hidayette olduktan sonra başkalarının dalaleti size zarar veremez.” (Mâide, 5/105)

Bu ayet-i kerimeyle müminlere âdeta şöyle seslenilmektedir: Siz kendi yolunuza bakın. Yolunuz doğru mudur? Nazarlarınız Hakk’a müteveccih midir? Gönlünüz ihlas neşvesiyle canlı mıdır? Evet siz sadece ona bakın. Şayet bunlar varsa, siz Allah (celle celâluhu) nezdinde bir şey ifade edersiniz. O zaman başkalarıyla beyhude meşgul olmaya gerek yok. Başkaları ne kadar güçlü ve kuvvetli de olsa, size zarar vermezler. Siz kendinize bakın, doğru musunuz, değil misiniz? Seccadenizi yere atın. Rabbinizin huzurunda dize gelin, muhasebenizi yapın; eksiğinizi gediğinizi görmeye çalışın, karşınıza bir yanlışlık ve bir karanlık nokta çıkarsa onu gidermeye ve aydınlatmaya bakın; size sadece bu düşer. Eğer gökte sizin için hüsn-ü kabul vaz’ edilmiş ve Allah, “Ben onları seviyorum.”, Cibril, “Ben de seviyorum.” demişse, sonra bütün melekler de bunu duymuş, “Biz de seviyoruz.” demişlerse, yeryüzünde ehl-i imanın kalbinden kimse sizi silip atamayacak ve herkes sizi sevecektir. Bu bir imtihandır; imtihanı bitireceğiniz ana kadar sabredecek ve dişinizi sıkacaksınız.

Netice-i kelam, bize menfi yollara katiyen tevessül etmemek ve başkalarının tahribiyle meşgul olmamak gerekir ki, müsbet hareketin ölçüsü de budur. Nefsî düşünce ve nefsaniyetimize mağlup olarak yanlış yollara sapmaktan Rabbim bizi muhafaza buyursun!



Kaynak: Zaman Gazetesi, 14.01.2005

 

© 2015