Logo
Print this page
Merkez-Muhit Hattında Hoşgörü

Merkez-Muhit Hattında Hoşgörü

Hoşgörüde esas olan, bir gayeye baş koymuş insanlar olarak -hatta mümkün olsa bu bütün millet fertlerinin ‎iştirakiyle gerçekleştirilebilse- kendi içimizde meydana gelen problemleri anlayışla karşılayabilsek ve dışarıya ‎karşı göstermiş olduğumuz hoşgörüyü evvelâ yakın çevremize gösterebilsek ki bu, haddizatında gerçek ‎hoşgörü kahramanı olmanın da temel özelliğidir.

 


Bir kere böyle davranmak, herkese karşı ilan ettiğimiz hoşgörüyü dar bir daireye hapsetmek demek ‎değildir; bu hoşgörünün devam ettirilebilmesi, yakınlarımızdan başlayarak, dalga dalga, daire daire çevremize ‎açılmamızın mantıkî yoludur. Çünkü, gelecekte uzaklar yakın olacak ve dünya küreselleşerek, bir köy haline ‎gelecektir. Dolayısıyla Hıristiyan, Yahudi, Budist ve ateist demeden her kesimden insanla münasebet kurmak ‎ve onlarla bir diyalog ve anlaşma zemini aramak şimdiden kaçınılmaz görünmektedir. Ama böyle bir sürecin ‎devamı her şeyden evvel aynı prensibi, aynı düşünceyi benimsemiş olanlarla anlaşma ve uzlaşmaya bağlıdır. ‎Zira yakın dairede meydana gelebilecek problemler önlenmeden ve mevcut problemler de çözülmeden, muhit ‎hattında müessir olmak imkânsızdır. Aslında Sahabe-i Kiram arasında da yer yer değişik problemler ‎yaşanmıştır; ama önemli olan, o şok hadise anında olumsuz neticeler doğuracak tepkilere yol açmadan o ‎problemleri çözebilmektir.‎

Bir Arap şairinin, “Ben şimdiye kadar sizinle yakındım. Bundan sonra evimin uzak olmasını arzu ‎ediyorum ki, size yakınlığımı koruyayım” mânâsında güzel bir sözü vardır. Bu, “öyle anlaşılıyor ki, evim yakın ‎olduğu sürece size yakın olamayacağım. Her zaman yüz yüze geleceğiz ama, içimde devamlı bir uzaklık ‎olacak. Onun için evimi biraz uzağa götüreyim de, yakınlığımızı koruyayım.” demektir. Bu biraz evvel arz ‎ettiğim düşünce ile yakından alâkalıdır. Nitekim, uzakta olanlarla aramızda her ne kadar belli mesafeler ‎bulunsa da, karşımızdakinin tafralarına, hiddet ve şiddetine ve o şiddetin getirdiği risklere muhatap ‎olunulmadığı için, onunla her zaman bir yakınlık kurmak mümkündür. Bu sebeple önemli olan, aynı çatı ‎altında, her türlü probleme rağmen o yakınlığı koruyabilmektir ki, bence gerçek hoşgörü kahramanlığı da işte ‎budur. ‎

Müsaadenizle burada Asr-ı Saadet’ten bir örnek arz etmek istiyorum: Bir gün Hz. Ebû Bekir (r.a) ile Hz. ‎Ömer (r.a) arasında bir tartışma olur. Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer’i kızdırır. Hz. Ömer de kızgın bir vaziyette ‎oradan çekip gider. Bu defa Hz. Ebû Bekir kalkıp gider ve kendisine hakkını helâl etmesini ister ise de Hz. ‎Ömer ona cevab-ı savab vermez. Derken Hz. Ebû Bekir, Efendimiz’in (s.a.s.) yanına gelir ve Hz. Ömer’le ‎arasında geçenleri anlatır. Bir müddet sonra da Hz. Ömer gelir. O da kısaca olup biteni nakleder. Bu sırada Hz. ‎Ebû Bekir, “Vallahi ya Resûlallah, ben çok suçluyum. Ömer haklı idi.” der. Ama Allah Resûlü Hz. Ömer’e ‎dönerek, “Arkadaşımı bana bırakmanız gerekmez mi? Ben, “Ey insanlar, şüphesiz ben, Allah’ın hepinize ‎gönderdiği elçiyim.” dediğimde beni yalanladınız.. evet, herkes yalanlarken Ebû Bekir, “Sen doğru söyledin, ‎dedi” buyururlar. ‎

Evet, sahabî dahi olsa, fıtratın gereği olarak insanlar arasında her zaman bazı problemlerin yaşanması ‎gayet tabiîdir. Ama, yukarıdaki örnekte de görüldüğü gibi önemli olan, bu problemleri büyütmeden sineye ‎çekmek ve hoşgörünün öğütücü ikliminde eritmektir. ‎

Prizma

 

© 2015